30 Ekim 2008 Perşembe

Yılanların Öcü

Kadınlar ne ister?

Gerçekten de kafalarının bir köşesinde intikam almak mı vardır hep?

Sanmıyorum. Bu tür haleti ruhiyelere meyilli olduklarını düşünsem de, tüm kadınların kan emici intikam tugayları olduğunu zannetmiyorum, öyle sanan da varsa yok olsun :D

Bugünkü konuğumuz olan müzik adamlarının grup adlarından ileri gelen bir çağrışım yorumuydu benimkisi sadece. Derin yorum ve anlatımlara girmeyeceğim :)

She Wants Revenge adının nereden geldiğini merak edenlere, ben de merak ediyorum açıkçası. Üzerinde sadece yorumlarla yetineceğim bu konuda.

Şarkı temaları kadın-erkek ilişkileri üzerine yoğunlaşan (yoğunlaşmak da değil hemen hemen sadece bu tür konulardan bahsediliyor), clubbing tripleriyle ortaya çıkan garip durumlar ve bu deneyimlerden ortaya çıkan 'prozac'vari mutluluğun nağmeleridir adeta She Wants Revenge (Ablam İntikam İstiyor :D).

New-wave'in sık sık dark wave'e döndüğü yoğun synthesizer destekli, gitar nağmeleriyle süslü, drum-machine ve akustik davulun kırmasıyla tutturulan ritimlerle bezeli bir müzşk şöleni olarak lanse edebilirim SWR'i kendi çapımda.

80'lerin diskosundan çıkma bir ruh ve enerji, 90'lar ve sonrasının karanlık öğeleri ve de yer yer David Bowie'yi hatırlatan tok ve hayalci bir vokal. Hayalci olduğu kadar, sağlam zemine basan, gerçeklikten kopmamış bir anlatımla karşımıza çıkıyor SWR.

Müzikleriyle ilk tanıştığımda, oldukça farklı, mainstream'den olmayan bir grup imajı yarattı bende. Pop akımına dahil olmadıkları belliydi ancak oldukça ünlü - belli çevreler dahilinde tabi - ve tutulan bir grup öğrendiğimde şaşırmadım da değil.

Kendilerini İngiliz de zannettim. Baktım, Amerikalı oldukları ortaya çıktı. Bir kez daha dumur olayı oldu bende. Bir taraftan da sevindim. Amerika'dan uzun süredir farklı, yaratıcı ve vurucu müzik örnekleriyle karşılaşmamıştım.

Yutub'da kliplerine bir göz attığımda Shirley Manson'ı görür çift gözüm. Fazlaca sevinir gönlüm bu duruma :) ne de olsa Shirley Manson ablamızı dinleriz, beğeniriz, hoşlanırız da ayrıca (farklı bir güzellik görüyorum kendisinde).

Çok fazla geçmişe sahip olmayan She Wants Revenge ilk albümlerini 2006 yılında yayınlar. Albümün adı grubun da adıdır aynı zamanda (aslında bu cümle tam tersi şekilde olmalıydı ama anlayanlar anlamayanlara... :D). İkinci albüm, This Is Forever 2007'de yayınlanır. EP'ler ve kompilasyonlar haricinde daha aktüel albğmleri yoktur henüz. Ancak çok yoğun turne grafiğine sahiptir SWR.

Şarkılara tek tek girip ne kimseyi ne de kendimi sıkmak istemem. Ancak ne yapıp edip 'Out Of Control' parçasını bir yerlerden bulup dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim. favit'te oku

26 Ekim 2008 Pazar

We Have Been Darkened. Again!


Once Mr. Suleyman Demirel (ex-PM and ex-President, now retired) made a statement.'My state employees know their "job"! This was a statement made to tackle the arguments for raising state employees' salaries.

State employees (called memur) in Turkey are generally viewed as dysfunctional and corrupt low organs of a state institution. Not that their head of department are less corrupt and more functioning but a lower level state official is always more accessible (bribable) for the ordinary people when they are in need of their help.

Therefore, Mr. Demirel's counter-argument regarding the salaries is more than suitable. What Mr. Demirel meant was that 'his citizens would survive under any circumstances so, a bit more of tightening the belts'...

And... now is the time for Mr. Demirel's media to know its position in taking necessary reactions.
His mass media -no doubts at all - would know what to do.

Blogging platform that I use, Blogspot, has been banned in Turkey!

This is a fact, no matter how ridiculous it may sound. Youtube has been forbidden for a quite long time already. And not only Youtube and Blogspot are on the list. These are the global internet players who got stuck in the filter of institutions of the Turkish state.

No reason was given for banning the Blogspot. Quite typical! Why bother the citizens by filling their ears with loads of "unnecessary" information? The state is not "obliged" to release any explanations regarding its actions.

The message of the state, in this case, would be just like of ultra nationalists' motto in Turkey: 'Love it ot leave it!

However, human brain is much more complex than this "flat sentence" [in meaning].

You cannot be a part of a race for joining the European Union, leading negotiations with EU high officials and allow personal and national freedom of information to be hurt this way unless you see yourself within the league of rogue states who strictly practice information control through global nationwide prohibitions on online and hard-copy publications.

Blogspot is the most commonly used blogging platform in Turkey. And what the state officials try to do is attemtping to stop the flood by locking their doors. They either need to build a gigantic dam to stop the "flood" or join the flood and allow the flood waters flourish the people through causing their ideas to bloom in the form of info-flowers.

'What "my media" writes about this ban' might ask Mr. Demirel. Would he really?

Would or not. What matters is now that the Turkish media puts their minimal efforts in telling about this story, let alone reporting it in details.

Minutes ago I read a banner on Milliyet's webpage. It writes so; 'A journalist writes with a courage, and Milliyet awards him!'

WTF?!?

For those who are not familiar with the abbreviation: it simply means, What a Thrilling Feeling!

I'm thrilled. Once again.

It seems so that this a series of "darkenings" inflicted upon free speech.

Again... Where is my media?

Is the media merely insensible of what is happening aside of them or are they afraid of their bread to be stolen by the next generation journalists, the bloggers? favit'te oku

21 Ekim 2008 Salı

Everybody To The Lions!


BEHEMOTH this is!!!

Yes, I know you can read. Sometimes it's better be told twice than none.

Behemoth - one of the most powerful and famous among the 'heavy' Polish stronghold. However, the word 'heavy' may not be sufficient in quality for defining Behemoth's musical orientation.

Behemoth are brutal in sound, brutal in their way of expressing anything there is to be said.

"Christians to the lions", "Antichristian Phenomenon", "Hell is for children", "Christ grinding avenue" are some of Behemoth's song titles that are enough to scare those who are obsessed with chasing butterflies around their village cottages on a lovely sunny day.

Behemoth is not for children! What Behemoth offer is a global fixed state of mind that, most likely, have been created in a local hell of their own.

Behemoth is disobedience. Behemoth is the shining star of rebellion.

Demonic, devilish, Antichrist and else they may seem. But, what is left for a rebellion spirit to embrace in order to break away from his Catholic past? What is the most suitable mask to be worn for halting the 'degenerate piety'? To those who are following my reasoning it's clear that the keyword is 'rebellion'.

As it is stated in the poem 'Hymn to Lucifer' by Aleister Crowley, the motto of Behemoth is "The key to joy is disobedience"...!

Behemoth is here to put some salt in our eyes and pour some wine in our lives through their refined crudeness. Their twisted vision of existence and the magnificent pseudo-borderlines between existence and death might put you in a creepy mood of self-awareness. But, once you enter the brutal and dark dome of Behemoth you feel immortal.

Such a controlled immortality that you are hungry for spiritual glory and ready for a battle as if you are still a mortal with readiness to die.

But, everyone! Relax!

No one's going to be thrown to the lions! As in one of the Behemoth videos it says, "It's just a song"! It's definitely beyond from just being a song or lyrics of Behemoth's.

Although Behemoth placed themselves deep in the mainstream, it's clearly seen they have preserved the initial spirit.

Behemoth is the candle light through the dark path of life.

Enjoy the recently added video clips of Inner Sanctum and At The Left Hand Of God from the album Apostasy! favit'te oku

20 Ekim 2008 Pazartesi

Gecenin Tam Üçünde


Gecedir F. Kızılok dinlemenin vakti. Kollektif yalnızlıktır O'nun müziğinin modu.

Veya gün ortasında kendinizi boş, yemyeşil, sapsarı, rengarenk bir kır parçasındadır soluğu almak Kızılok'un hissettirdiği.

Sevgilinin sıcak ve sevgi dolu soluğunu yanağınızda hissetmenizdir...!

Çok yönlü bür müzisyendir Fikret Kızılok.

O'nunla büyümek nasip olmasa da büyüdükten sonra hissiyatıma katkılarını takdir etmeme engel değildir bu geç kalmışlık. Türk Halk Müziği'ne sıkı sıkı sarılmış bir müzik bestecisi, icracısı ve sanatçısıdır. Hayata farklı bakan sözleri ve deneyselliğiyle çığır açmıştır özgün müzik kulvarında (hatta pop müzikte de).

Hüzündür. Sevgidir. Sevinçtir.

Doğadır. Doğaya, ondan kopmamacasına, sarılmaktır.

Hayattan soyutlamaktır. Aşkın deli dolu edebiyatını yapmaktır.

Üzüntüdür. Bu üzüntüden kendine pay biçmelerdir.

Yalnızlıktır. Yalnızlığını şikayet değil, bundan mutlu sonuçlar çıkarmaktır.

İnsana dairdir. Basit(!) insan ilişkilerini kördüğüm halde görmektir.

Izdıraptır. Izdırabı kontrol etmeyi öğrenmektir.

Budur benim için Fikret Kızılok.

Hatta daha da fazlasıdır.

Önünde saygıyla eğildiğim büyük üstattır.

''Sevda Çiçeği'', ''Gecenin Üçünde'', ''Güzel Ne Güzel Olmuşsun'' beni buhranlı anlarımdan kurtarmış sadece birkaç F. Kızılok eseridir.

Şahsen benim için düşünür ve hayat görüşünün iyi de bir yurumcusudur.

''Mustafa Kemal - Devrimcinin Güncesi'' adlı M. Kemal'in hayat hikayesini anlattığı/aktardığı eseri tüm müzikal yaşamında başlı başına bir şaheserdir kanımca. Besteleriyle, şarkıları ve yerine göre haşin, yerine göre hüzünlü sesiyle bu kaset/kitap olan eseri her dinleyişimde ağlamamak için büyük çabalar sarfetmem gerekli.

Hissiyatınızın derinliğine inmek için F. Kızılok'u şuradan daha etraflıca özümseyebilirsiniz.

Sevgili Kızılok'un birkaç şarkısını kulak içi ederken bunları, bu hislerimi, paylaşmak istedim.

Sevgiyle ve büyük saygıyla anıyorum F. Kızılok'u! favit'te oku

17 Ekim 2008 Cuma

Samael Samael


Bir de Samael olsun istedim sayfada.

Puzzle parçalarının yerine tek tek oturması gibi birşey. Bu demek oluyor ki önümüzdeki günlerde Moonspell ve Tiamat mutlaka yer almalı Karadamar'da (P. Lost unutulmuş değildir asla).

Gençliğimi meşgul etmiş, o dönemlerde baba diye tabir ettiğimiz, gruplardan biridir. O dönemler dediğim, konser mekanlarının yoğun şekilde ziyaret edildiği, konser kaçırıldığında sanki Beşiktaş gol yemiş gibi üzüldüğümüz zamanlardı. Müziğe duyulan açlık, yerli piyasanın çocuksu ve olgunlaşmamış tavırlarıyla benim ecnebilerin ürettiği müziğe doğru kaymamı ve orada - bir süreliğine de olsa - çakılıp kalmama sebebiyet verdi.

Samael, müziğe değişik yaklaşımıyla, yenilikçi yapısı ve az da olsa mainstream'e yaklaşan tavrıyla hoş bir müzikal kombinasyondur. Tekdüze değildir, melodiktir, serttir ve sağlamdır, elektronik ve distorşındır aynı zamanda.

Samael'e ilk defa kulak kabarttığımda kendilerini Kuzey Avrupa dolaylarından sanmıştım. Aslında İsviçre'lidirler. Ortak noktalarda İskandinav ekolüne yaklaşsalar da, kendilerine has müzikal tavırlarıyla ve melodik sound'larıyla kuzeylilerden ayrılırlar.

Her ne kadar endüstriyel metal olarak tanımlansa da bazı çevreler tarafından, bana göre Samael'in ana fikri black'tir. Çıkış noktaları da dinleyene aynı ipucunu veriyor. Black metal'in kalıplarına sadık kalmamaları, yeni düzenlemelere gitmeleri onları 'davayı satanlar' çöplüğüne göndermez kesinlikle. Aksine, Samael kendi tarz ve duruşlarını oturtmuşlardır yeraltı (artık ne kadar yeraltıysa tabi) müzik piyasasında.

Biraz geç oldu tanışmam Samael'le. Passage albümünün eleştiri/yorumunu okumuştum zine'lerin birinde (Non Serviam vardı bir aralar. O zamanlar bu derginin varlığına en çok sevinenler grubuna üyeydim :) dükkan dükkan toplatılmıştı daha sonra, yok satanikmiş, yok kıl yünmüş...)
Herhangi bir albüm hakkında okuduğunuz review size yön gösterebilir, sizi önyargılı yapabilir o albüme karşı ancak asla, dinledikten sonra edindiğiniz hazzı ya da hoşnutsuzluğu, hatta belki de nötrlüğü veremez size. Kulaktan içeri sızan ses dalgalarında saklı bilgi artık beyninizin gerekli yerine konuşlanmış ve beyin kıvrımlarınızın aktivitelerini kontrol eder hale gelmiştir.

Senelerden '97 diye hatırlıyorum, yanılıyor da olabilirim. Samael'in konser haberi gelir bize. Onu da hatırlamıyorum ya nerden aldık haberi :D Konser Kreator'la birlikte verilecektir. Konser mekanının adını da hatırlamıyorum. Hayatımdan belli bir dönem mi silinmiş, nedir bu :) Efendim konser mekanı Harbiye'deydi. Mekanın adı da değişmiştir artık zaten, tamamen kapanmadıysa tabi.

Kapıda 'Samael Samael' diye bağırınıyoruz, oldukça uzun bir süre beklemiştik kapıların açılmasını. 'Kreator Kreator' diye de bağırındık canım, olmaz olur mu :D Kreator'a da saygımız sonsuz(du). Konser fena değildi, iyi kafa sallamış olmalıyım ki 2 gün boyunca boyun ağrısı bir türlü eksik olmadı bendenizden. Asıl daha da korkuncu konser esnasında, ben moduma girmişim, headbang tribimi yaşıyorum orada, bir de aniden öküzün teki sırtıma geçirmesin mi dirseğini. Iııııırrrrgggggggghhhhh....!!! O acıyı anlatamam size. Tam bir hafta sürdü etkisi. Morluğu daha da fazla. Bir de adamı göremedim o esnada, pogo yaparken bana gömeceğini gömdü kaçtı gitti. Bir yakalasam.... Bahsi geçen zat bu dizeleri okuyorsa açık etsin kendini. Söz, karşı atağa geçmeyeceğim! :) Ne de olsa üzerinden 10 seneden fazla geçmiş.

Konser sonrası, anlayan anlamaya herkes, Samael'in drum machine kullandığının vıdı vıdısını yaptı. Halbuki ne gerek var, anlamaya çalış işte. Adamlar, klavye destekli yeni bir format geliştirmişler, işin içine [gayet de şık duran] elektronik davullar yerleştirmişler. Kaldı ki, piyano destekli giriş ve geçişler Samael'in müzikal zenginliğini klasik müzikten aldığı savını da fazlaca destekler bence. Kısacası, bizim küçük kafalı müzik dinleyicimiz, aynen spor ve siyaset konusunda nasıl fazlaca bilgi ve yorum sahibiyse, henüz doğru dürüst tanımadığı müzik hakkında bile pekala ileri geri konuşma hakkını elinde tutmakla kalmıyor, hiçbirşeyden çekinmeksizin bu hakkını kullanıyor.

Grubun 2007 albümü var hali hazırda. ''Solar Soul''. Henüz tamamını dinleme fırsatı bulamadım ancak dinlediğim kadarıyla fena bir albüm değil diyebilirim. Üzerinde çalıştıkları albümün adı ise ''Lunar Rise''. Herkesin haberi ola!

Şahsen, Passage ve Ceremony Of Opposites albümlerini kendime çok yakın hissederim ve dinlerim, belli aralıklarla. Exodus da ismi anılası bir yapıt, oldukça da deneysel aynı zamanda.

Buradan Samael'in turlamaya dahil ettikleri yer ve mekanları görebilir, gitmek katılmak bile isteyebilirsiniz :D

Albüm geçmişleri de aşağıda gördüğünüz gibi. Belki bu bilgi bir şekilde bir işinize yarar :)

1. Worship Him (1991)
2. Blood Ritual (1992)
3. Ceremony of Opposites (1994)
4. Rebellion (MCD 1995)
5. Passage (1996)
6. Exodus (MCD 1998)
7. Eternal (1999)
8. Reign of Light (2004)
9. Era One (2006)
10. Solar Soul (2007)

Son olarak, Samael'in kelime anlamı olarak ne ifade ettiğini merak edenlere o bilgi tek bir tıh mesafede. favit'te oku

15 Ekim 2008 Çarşamba

Gotik Ufuklar

Bugünkü konuğumuz, Karpat Dağları'na vurgun ve Drakula Efendi'nin müdavimlerinden olan, XIII. Stoleti!

Ta Çek Cumhuriyeti'nden kalkıp şu anda okumakta olduğunuz sayfalara konuk olacaklar.

Abilerim ablalarım, XIII. Stoleti ismini kendine uygun bulmuş gotik rock topluluğumuz Çek yeraltı müzik arenasının nadide örneklerinden olup, adeta kurumuş bir çiçeğin çerçeveye alınmış ve karanlık odamızın hoş bir yerine asılmış misali bir duruşa sahiptirler.

Haklarında çok detaylı bilgiye sahip olmasam da müzikal duruşlarından epey bahsedebilirim. Sadece bahsedip, okuyucuyu haberdar etmekle de yetinebilirim, ki öyle olacağa benziyor (kim okuyorsa artık burayı :D).

Öncelikle grubun adıyla ilgili açıklamayı yapalım ki kimse meraktan çatlamasın. Efendim, 'stoleti' ya da 'stoletie' slav dillerinde asır/yüzyıl demektir - 'sto' yüzdür (100). Yani, Onüçüncü Asır! Adamların gotikliği de oradan geliyor zaten. Stoleti sound'u da o dönemleri andırırcasına, öylesine temiz ki sanki yüzelli yıldır tozlu kalmış rafları yeni temizlemişsiniz de yine o bilge tozların etkisinden kurtulamayıp bir yüzyıl daha dinlenip tozlansınlar diye bırakmışsınızdır. Çünkü budur alıştığınız hayat. Dizboyu toz ve karanlık ortam - ara sıra loş ışık da olabilir, gizem dolu büyük büyük odaların olduğu görkemli bir malikane ya da tercihen şato. Buna yakın birşeydir Kont Drakula'nın hayatına ait öğeler.

XIII. Stoleti, sürükleyici melodisiyle yerinde gitar ve davul katılımlarıyla, romantik bir şekilde ele alır Transilvanya gizeminin öyküsünü. Bu noktada da İskandinav black metal'inden ayrılır, kendi türevinin yolunu çizer Stoleti. Daha çok, notalarıyla katkıda bulundukları edebi romantisizmin karanlık köşelerinde gezinirler.

Gece, büyü, kara büyü, gizem, dişlek konttan ve tayfası vampirler, hristiyanlık, evangelium, kara gökyüzü, kurt adam ve kurt kadın, stigmata - İsa'ya ait olduğu varsayılan izler - gibi konulardan bahseder XIII. Stoleti.

Şundan bundan bahseder Stoleti derken, romantik bir anlatım ve çok da sert olmayan bir müzikal yaklaşım gözönüne getirmek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Ne de olsa [gotik] rock'tan bahsediyoruz.

80'li yılların ikinci yarısından itibaren aktif olarak müzikle iştigal etmeye başlayan ekip üyeleri Petr Stepan (gitar/vokal), Pavel Stepan (davul) ve Leos Kostelecky (bas gitar) ilk çıkış noktası olarak post-punk'ı seçerler. Ve fakat, ilgileri ve beğenileri öyle anlaşıldığı üzere değişime uğrayıp gotik türüne yönlendirirler kendilerini.

Diskografik özgeçmişleri şöyledir efendim:

1. Amulet (1992)
2. Gotika (1994)
3. Nosferatu (1995)
4. Werewolf (1996)
5. Ztraceni V Karpatech (1998)
6. Metropolis (2000)
7. Karneval - Best Of Gothic Decade 1991-2001 (2001)
8. Vendetta (2004)
9. Vampire Songs (2005)

Bizzat tavsiye etmek istediğim parçaları da şöyle sıralayayım:

'Dum Kde Tanci Mrtvi' - Ölülerin Dans Ettiği Yerde - harika melodisi ve ''kaçınılmaz yok oluşsal'' yapısıyla listemin en başında yer almayı haketmiştir.

'Vlci Zena' kurt kadın temasıyla, 'Elizabeth' oturaklı gotik duruşun resmi edasıyla, 'Nevesta Temnot' - Karanlığın Gelini - dişi vampirlere ithafıyla ve 'Evangelium' çekici klavye girişi ve klasik hard rock gitarlarıyla XIII. Stoleti favorilerimdir.

Son zamanlarda domates suyuna pek bir abanmaya başladım. Triplere giriyorum kendimce :D Neden XIII. Stoleti dinliyorum diye şaşırmamak gerek :) favit'te oku

13 Ekim 2008 Pazartesi

Güneşe Bak, Doğacak Güneşe Bak!


Eins, zwei, drei, vier, fünf, sechs, sieben, acht, neun, aus...

... diye başlar Rammstein'ın nadide parçalarından 'Sonne'!

Güneştir hayat veren. Işınlarıyla insansı ilkelliğimizi örtbas eden, vücudumuza sıcaklıkğıyla hayat veren, hala gülebilmemize ve sevinebilmemize sebep olan, hayattan vazgeçmemizi engelleyen dünya ve evren gerçeğidir güneş.

Güneşin Rammstein'daki yerine gelmeden önce güneşin Nazilerdeki anlamına bakalım. Nazi ideolojisi, Almanların aslen Pagan politeist (çoktanrılı) inanç sistemine ait olduğunu altını çize çize bitirememiştir. Esasen, sadece Almanlara özgü bir inanç sistemi değildi bu, hemen hemen tüm toplumlar güneşe tapma deneyiminden geçmiş, aracı totemler yaratmış, şaman da dediğimiz paganlardı. Zeitgeist isimli filmden dinlerin gelişimi ve güneşin inanç sistemlerindeki yerini ve zamanla evrimini görebilirsiniz.

Uzun lafın kısası, Almanlar kendi Nazi doktrinini ve pagan ideolojisini beyinlerde yerleştirmek için güneş imgesi olan Swastika'yı kullandılar. Nazi'lere ait bir şekil değildi swastika. Pagan toplumlara - çoğu Slav kökenli - aitti bu gamalı haç. Güneşin resmiydi adeta ve sağlığı temsil ediyordu. Tarih, ne yazık ki, bir çok şeyi çok kolay manipüle edebiliyor ve her türlü kalıbı gözü bile kırpmadan tahrip edebiliyor.

'Sonne'deki güneşin hikayesi ise 1936 yılında, Alman Maximilian Schmelling ve K. Amerikalı Joe Lewis, arasında yapılan boks müsabakasına kadar uzanır. Almanya-Amerika arasındaki siyasi çekişmenin spor alanındaki yansımasıdır bu müsabaka. En azından, Almanlar bunu böyle görüyordu. Amerikalılar açısından da önemsiz bir spor olayı değildi tabi ki. Ne de olsa süper güç olmanın yarışındasınız.

Schmelling, yenilmez rakibini devirir ve Almanlar'ın Amerika'yı dumura uğratma planı sonuçlanır. Alman Propaganda Bakanı Joseph Goebbels bu zaferi Almanya ve Nazi Doktrini açısından tam bir galibiyet olarak yorumlar ve propagandasını yapmakta elinden geleni ardına koymaz - zaten işi de propaganda değil mi adamın.

Buradan çıkardığımız sonuç ne?Şarkıda bahsedilen 'Sonne', yani güneşin parlaması Schmelling'in yumruk ve kroşelerinin rakibinin suratındaki patlamalarıdır. Parçanın girişindeki 1'den 10'a kadar sayma da rakibin nakavt edilişinin dünya tarafından kutlanışı şeklinde resmediliyor. O yüzden 'dünya yüksek sesle on'a kadar sayıyor' denir şarkıda.

Hatta, Rammstein parçanın klibinde Ukrayna asıllı Alman boksör Vitali Klitschko'yu kullanmak ister. Ancak, Klitschko bu teklifi geri çevirir. Hikayenin sertliği ve de yüklenebilecek mesajın ağırlığından olsa gerek kabul etmez. Genişine enine boyuna okuma malzemesine buradan erişilebilir.

Max Schmelling'in kendisi bir Nazi taraftarı değildir aslında. Hatta ve hatta, iki Yahudi çocuğunu bizzat kurtarmaya çalıştığı bile söyleniyor. Daha fazla bilgi için tık.

'Sonne'nin sözleri hakkındaki rivayet böyle. Rammstein'ın esin kaynağı ne olursa olsun, sağlam edebi anlatımı, vurucu müziğiyle enfes bir müzikal deneyim.

One
Here comes the sun
Two
Here comes the sun
Three
It is the brightest star of them all
Four
And it will never fall from sky
Five
Here comes the sun
Six
Here comes the sun
Seven
It is the brightest star of them all
Eight, nine
Here comes the sun

Bir kuple İngilizce'ye çevrilmiş satırlar burada görünsün dedim, herkes Almanca bilemeyebilir - kendim de dahil. Ama yok, ben illa ki Almancasını isterim diyorsanız hier derim!

Üüüüüüç

İkkiiiiiiiii

Biiiiiiiiirrr

Baaaaaammm! favit'te oku

11 Ekim 2008 Cumartesi

Takıntılarla Hayatın Tadını Çıkarmak


Takıntılardır, çoğu zaman, hayatımızı kısıtlayan, düşüncelerimizin gelişimine engel olan, ruhsal büyümeyi enfantil seviyede bırakandır.

Bendeki takıntı da - sadece birkaç günlük mazisi de olsa - oldukça yoğun. Bahsettiğim 'Final Cut' takıntısı. Hele ki aralarında 'One Of The Few' parçası döne döne winamp'ı çıldırtabilir.

One Of The Few

When you're one of the few to land on your feet
What do you do to make ends meet?
Teach.
Make them mad, make them sad, make them add two and two
Make them me, make them you, make them do what you want them to
Make them laugh, make them cry, make them lay down and die.

İşte bu dizelerden ve de müthiş Pink Floyd tınısından kurtulamıyorum kaç gündür.

Bağımlılığın da bir derecesi olmalı. Sabah kahvaltı'da süt, öğlen sütlü çorba, akşam yemeği olarak da sütlü birşey yine - aklıma akşam yemeğinde sütle yenebilecek birşey gelmedi :D idare edelim.

İnsanın fikri gücünü yansıtıyor One Of The Few benim için. İnsanın tanrısal güce sahip olmayı istemesinden kaynaklanan herşeyi kontrol etme isteğinden gelir bu fikir gücü. Bazen de tamamen insanın içinden gelen öğrenme isteğinden uyanan içgüdüsel başkalarına öğretme yoluyla öğrenme...

Yanlış anlaşılmasın, bir Pink Floyd yazısı olarak algılanmasın sakın buradaki sözler.

Büyük haksızlık etmiş olurum 'Pembe Sel'e...

Paylaşmak istedim.

Belki takıntıdan kurtulurum dedim.

Sonra baktım ki, neden kurtulayım?!?!?

Süt için, süt içirin diye bas bas bağırmıyorlar mıydı küçüklüğümüzde? favit'te oku

10 Ekim 2008 Cuma

Anathema Updated


Bu haberi atlamak olmaz.

Anathema'yı taze taze konu edinmişken grubun resmi web sitesi'nde yayınladığı tam üç adet empeüç formatında yeni şarkı (mp3 diye de yazılır :D) mevcut.

Mp3'leri buradan dinleyebilir, daha fazla bilgi için ise şuraya bir göz atabilirsiniz.

Yeni çıkacak olan albümün adı Hindsight!

Git de anla ne demek. Ama bunu da çözeriz, merak etmeyin :)

Yarı akustik bir albüm olacakmış. Dinlediğim parçalardan edindiğim izlenim ve plak şirketinin Anathema'ya özel olarak hazırladığı website'de okuduğum kadarıyla albüm eski ve yeni şarkıların akustik, elektronik ve orkestral bir şekli olacakmış.

- mış'lı konuşuyorum çünkü henüz ben de tam olarak bilemiyorum. Ezbere konuşmaya da gerek yok.

Haa, bir de yeni parçalarının adı 'Chained (Tales of Unexpected) imiş!

'Hindsight'ın akabinde ise üzerinde çalıştıkları proje geliyor(muş).

Plak şirketinin tanımlamasına göre, adı 'Horizons' olarak belirlenen albüm, her türlü beklentinin çok ötesinde olacak(mış)....! :) favit'te oku

Kaderin Acı-tatlı Lezzeti


Veeeeee.....

Huzurlarınızda cennetten kovulmuşların marşı haline gelmiş Anathema!

Bu blog'da herhangi bir yazıyı okuyan bazı zatlar diyecekler ki - belki içinden belki de sesli - yahu bu yazar kişisi satanik mi, ate mi, nedir derdi?!?!?!

Buradaki yazıları tamamen hayata yüklenmeye çalışılan sembolik anlamlar ve edebi değerler çerçevesinde değerlendirmek gerek. Yazar kişisi bunu böyle algılamaktadır. Bu bir arayıştır, yazıların soft-copy'ye dökülerek kalıcı fikirler oluşturmak ve bu fikirlerin ışığında kafaya takılan sorulara yanıt aramaktır.

Bu açıklamayı da yaptıktan sonra Anathema hakkındaki düşüncelerime dönebilirim herhalde.

Liverpool'dan çıkma İngiliz saykolarıdır Anathema. Sayko (psycho) diyorum zira böylesine kırık ruh icraatlarını kolay kolay her müzikte bulamazsınız :)

Grubun tarihçesine göz attığımızda, Anathema'nın yeri ve duruşu bambaşkaydı. Çıkış noktaları death'in doom metalle harmanlanmasından oluşan kendilerine has melodik dışavurumuydu. Temiz vokallerle daha az uğraşan, daha çok sırtını brütal vokallere yaslamış bir Anathema vardı ilk albümlerinde - Serenades 1993. Ardından gelen The Silent Enigma (1995) dinleyiciyi gereken - ve de arrranan - muammanın içine, sessiz ancak sağlam adımlarla, sokmayı başardı.

Sessiz Muamma (enigma=muamma) 'daki çizgi psychedelic seviyeye ulaşmıştı. Müziğin death yönünden çok doom tarafına ağırlık verilmişti. Müzikle ve sözlerle verilen hayattan kopma mesajlarıyla, ölümcül olmanın maddi ağırlığı ve ruhsal hafifliği resmediliyordu resmen.

Anthema, My Dying Bride ve Paradise Lost aynı ekolün takipçileridir. Bu üçlünün arasından en yoğun deneyselliği icra edenler Anathema ve Paradise Lost'tur. Paradise Lost'a belki de bir sonraki yazıda değinirim ( Belli mi olur, Pink Floyd'la da sürpriz yapabilirim. P.Floyd için erken olabilir ancak, nitekim efenim henüz toyuz, hamız, pişmemişiz :D).

Anathema deneysellikte çok aceleci davranmamıştır. Her yeni albümle, dinleyiciyi yeni denemelere alıştıra alıştıra, dinleyicinin gönüllü olarak asimile olmasını sağlamıştır.

Sessiz Muamma'ya geri dönersek, Restless Oblivion'un atmosferik girişiyle başlayan, Shroud of Frost'tan içsel bir gerilim ve öfkeyi sezdiğimiz, ...Alone'da tuhaf bir sakinlik havasına şahitlik ettiğimiz, Sunset of Age'de bir önceki sakinliğin biribirine karışan ancak harmoniyi elden bırakmayan ses ve sözcüklerle bozulmasına, Nocturnal Emission'da şeytani bir ızdırap ve sınamayla karşı karşıya olduğumuz bir ortam, Silent Enigma'daki deyişle 'a mind's escape' ( bir zihnin kaçışı) bir sonraki parça olan Ölen Dilek (A Dying Wish)'e güzel ve anlamlı geçişiyle böylesine bir albümdür The Silent Enigma. Birkaç farklı ruh haleti içerisinde yolculuktur. İnsansı dilek ve hissiyatların şeytani yüzlere bürünmesiyle [hissederek] dinleyeni oturduğu ya da durduğu yere kolayca zımbalayabilir.

Fakat, asıl hakkında yazmak istediğim albüm olsa olsa Alternative 4'dur. Bu kadar anlamlı, hissiyatlı, akıntısına kapılanları - kapılmamakta ısrar edenleri ise daha sonradan - dumura uğratan bir çalışma aynı kalıplar dahilinde var mıdır bilemiyorum.

Alternative 4 albümü ilk defa elime geçtiğinde Moskova'da tineycırlığımın son zamanlarını tüketmekteydim :) Anathema aynı sene bu leziz - patlıcan gibi aşağı yukarı :D - albümü yayınlamaya karar verirler. Alternative adını görür görmez içimden, umarım yumuşama yoluna gitmemişlerdir diye geçirdim. Sevdiğim birçok grup yeni albümlerinde müzikteki sertlikten ayrılma yolunu seçiyordu. Anathema'dan da aynısını beklemek istemiyordum. Bu İngiliz saykolarına saygım, sevgim ve aşinalığımdan dolayı albümü almamazlık gibi bir harekette bulunamazdım.

Albüm alınır, Moskova'nın eşsiz metrosunda discman'e takılır, ilk parça başlar...

Başlar başlamasına fakat, ilk duyulan ezgiler piyanodan çıkmaktadır. İşte bu olmadı diye geçiririm içimden. Tam da bunu istemezken, kardeşim piyanoyu müziğe dahil etmek için neden kastınız ki? Nedir yani bu şimdi?

Anathema sertliği uçup gitmiş zannederken, Alternative 4'da yeni bir Anathema keşfettim. Çok daha melankolik, çok daha insancıl, çok daha konunun özüne inen şarkı sözleri. Kendimi mi buldum ne dedim hatta, içimden yine :)

Bulunduğunuz yerin neresi olduğuna bakılmaksızın Alternative 4'la içine girdiğiniz dünya bambaşkadır. Albüm satırlarının yazarının hayatına girmeye çalıştığınızda, anlatılan deneyimlerin sizin kendi karşılaştığınız olayların muhakemesine itelediğini hissedebilir, böylece gerçeklikten çok kolayca kopabilir, Alterntive 4'un büyüsüyle tırmandığınız bulutların üzerinde başkalarının yaşantılarıyla birlikte kendinizi de o yükseklikten seyredebilirsiniz.

Anathema'nın size bahşettiği yükseklikte damarlarınızda akan asil kanın basıncının kontrollü şekilde sakinleştiğini fakat, bu fiziki sakinliğin ruhsal sakinliğe faydası olmadığını da görürsünüz ayrıca.

Fazla uzatmaya gerek yok. Empty isimli parçada hayatı dolu dolu yaşadığımızı zannederken aniden boşluğa düşmemizle ayaklarımız yere daha sağlam bastıktan sonra anlarız ne kadar 'boş' olduğumuzu. Ne kadar da çabalayıp bocalasanız, bir kere 'boş'luğunun farkına varan bunu geriye döndüremez. Bu açıdan, kendi kendimize beynimizin kıvrımlarında yarattığımız - öz kendimizle veya başkasıyla alakalı - hileli hayal oyunları bazen, akıl sağlığımızı koruması yönünden, gerçekleri bilmekten çok daha sağlıklı olabilir.

Regret var bir de. Hayatta hep keşkelerle yaşamayı sevidiğimizden keşkenin de bizzat fanatiği oluruz. Ah keşkem, ah keşkem sadece ticari emellerle yaratılmamıştır bence. Kanımızda var.

Regret aslında biraz da Empty'nin genişletilmiş versiyonudur gibime gelir. Bahsettiğim boş/nötr mutluluk haliyle bilmediğinin farkında olsan da olmasan da değişen çok fazla birşey yok. Ancak, eskiden asla bilmediğin birşeyin şu anda da farkında olmama isteğidir adama koyan. Burada başlar hayatın acı-tatlı lezzeti! Başladığı yerde de senin gücün tükenmiştir artık. Çünkü sen pişmanlıkların olmadan yaşamayı öğrenememişsindir zaten.................

Albümün tamamı biribirini takip eden düşünce silsilelerinden oluşuyor. Birbirlerinden kopuk halde de varolabilecek güçte parçalarla dolu Alternative 4. Fakat albüm birlikteliği dinleyicinin üzerindeki algıyı ve anlamı çok daha güçlü kılıyor. Ayrıca grubun Pink Floyd'a en çok yaklaştığı noktadır bence bu albüm. Dinleyin, karşılaştırın.

Daha sonraki albümlerinden Judgement ve A Fine Day To Exit çok fazla birşey uyandırmadı bende. Gerekli vakti ve sabrı ayıramadım belki de albümleri hazmetmeye çalışırken :-)

A Natural Disaster fena bir Anathema albümü değildir. Eski ruh değişmiştir artık. Ancak her zaman yeni, farklı ancak yine de gerçek ve güzel hisler yakalanabiliyor Anathema'da. Özellikle Flying ve Electricity isimli parçalarda....

Anathema, yaygın kanının aksine dışlanmışlık değildir. Anathema, tanrıya kul tarafından sunulandır. Neyi nasıl sunduğunuzun büyük önemi var tabi ki...

Kimin gönlünden ne koparsa! favit'te oku

4 Ekim 2008 Cumartesi

Gelin Olmuş Gitmiş Rüyalar


Belirsiz bir nedenden dolayı ertelediğim bir yazıdır My Dying Bride yazısı. Hakkında yazmayı çok önceden planladığım bir topluluk MDB. İlk dinlediğimde bana, ''işte sağlam ruh, işte sağlam kafa'' dedirten bir müzikaliteyle karşılaşmıştım. Senelerden '96 olsa gerek. Bu İngiliz topluluğunun adını ya duymuşum ya duymamışım. Bir şekilde ''Turn Loose The Swans'' (Kuğuları Azat Edin) albümünü edinmişim. Kuğu deyince, Bülent Üstün'ün ''Kabız Kuğu'' karikatür kitabı aklıma geldi. Süper bir kitaptır. Ama oldu mu şimdi, MDB yazmaya başlarkenki tüm o mistik havanın içine ettim. Hay kafama... :) Neyse toparlarız.

Kuğuları azat etme merasimi olan bu albüm benim için hayatı müzikal yoldan algılamamda dönüm noktasıydı diyeceğim. Kimileri diyecek: Ya kardeşim senin için de, ne dinlesen hayatının dönüm noktası oluyor?!?!? :))) Biraz öyle hakikaten. 16-17 yaşında olduğunuzu ve böylesine güçlü bir müzikle karşılaştığınızı düşünün etkilenmemek mümkün değil. Tabi bu tür müziğe meraklıysanız eğer. Yoksa, Küçük Onur ne hisseder bilemem tabi :P

Şaka bir yana, MDB'nin uslubu o yaşlarda oldukça devrimci ve tabu yıkan nitelikteydi. Zaten, o dönemlerde - genelde her genç gibi - değişik birşeyler arıyorduk herhalde. Sarıldık, yapıştık, bırakmadık My Dying Bride'ı.

İstanbul'a geldiler bir ara, ancak ben orada değildim artık. Kaçırdım, göremedim. Bakalım bir Avrupa turnesi yaparlarsa yakınlarda, İngiltere'ye kadar gitmeye gerek kalmaz. Aslında İngiltere de hoş bir macera olabilir.

Kuğulara dönersek, TLTS (Turn Loose The Swans) harbi bir başyapıttır. Müzikal altyapısı, duyguların dışavurumu, şarkı sözlerinde kullanılan şiirsel yapı ve bu lirik yapının sıkı MDB melodisiyle birleşmesinden doğan kendilerine has atmosfer... Bu bahsettiğim öğeler sadece TLTS albümüne ait tekil his ve karakterler değil. MDB albümlerinin hemen hemen hepsinde rastlayabileceğiniz özellikler. Ancak, hani bir yazarı seversiniz, tüm kitaplarını okumuşsunuzdur ve hepsinin arasından bir tane favoriniz vardır ya, işte ''Kuğu'' sevgisi de bende böyledir.

Albümün giriş parçası Sear Me MCMXCIII'den tutun, kapanıştaki Black God'a kadar her tınısını, her deyişini, böğürtüsünü ve temiz vokalini özümsediğim, her dinleyişimde kendimden birşeyler bulduğum bir yapıttır TLTS. Bu arada, aklıma gelmişken bahsedeyim. Üniversiteli olacaklar herhalde, 4-5 genç arkadaş Sear Me'nin melodisini saz, gitar ve darbuka eşliğinde ''Sıyırmi'' isminde bir video parodisinde icra etmişler. Gayet hoştu, çok gülmüştüm ilk izlediğimde.

My Dying Bride, hayatta gerçek bir panik atak, özlü bir depresyon, bir nevi uyuşturucu bağımlılığıdır ve de tedavisi yine MDB'nin kendisindedir. MDB, aşkı derinden yaşamaktır. Izdırabıyla, acısıyla, ani vurgunlarıyla, kaçıp gitmelerle, geriye dönmelerle, eski karanlık anılarla, yeni aydınlık ufuklarla tatlı-sert yaşamak ve hissetmektir hayatı, MDB'nin sunduğu.

Benim TLTS albümüne yoğunlaşmamdan bu adamların başka kayda değer hoş albüm ve parçaları yokmuş gibi bir intiba bırakmayalım. Bir de enfes bir ''34.788 % ... Complete'' albümü vardır ki ''Kuğu'' konseptinden geri kalmaz. Ancak, yine de TLTS albümü kadar güçlü bir vurucu etkiye sahip değil.

''...Complete'' albümü'nden "The Whore, The Cook and The Mother" ve "Base Level Erotica" beni aşırısıyla etkilemelerinden başka her albümde değişik müzikal saplantılara kaydıklarının da tescilidir benim için. Ancak o öldürücü melodiler, yürek dağlayan tiz gitarlar bir taraftan sizi ve benliğinizi karışık hülyalara daldırırken diğer taraftan bu hissiyatlı havayı dağıtan sert davul ve ritim gitar ataklarının sizi nasıl düşünsel ve melankolik savrulmalara geri ittiğini hissedebilirsiniz.

Neymiş My Dying Bride?

- Hayattan manevi kopmanın aynası.
- Eski bir dost ya da sevgili kazığının yarattığı anlamlı küfür.
- Hayal kırıklıklarının adeta bir zehir gibi bazen ufak dozlar halinde, bazen de variller dolusu olarak boşaltımı.
- Kolektif nedenlerden doğabilen kişisel bir depresyon.
- Üzerimize yağan lirik bir kara bulut.
- Yoğun ve akıcı sevda selinin, donuk ve kahverengi bir nefret çamuruna dönüşebilmesidir....

Budur....

1. As The Flower Withers - 1992
2. Turn Loose the Swans - 1993
3. The Angel and the Dark River - 1995
4. Like Gods of the Sun - 1996
5. 34,788%...Complete - 1998
6. The Light at the End of the World - 1999
7. The Dreadful Hours - 2001
8. The Voice of the Wretched - 2002
9. Songs of Darkness, Words of Light - 2004
10. A Line of Deathless Kings - 2006

Yaaaanniiii! Bu amcaların ''Turn Loose the Swans'' ve ''34,788%...Complete'' albümlerinden başka da yayınladıkları albümleri de varmış demek ki...! :P

Ben hepsini dinliyorum.

MDB'ye takılalım! favit'te oku

2 Ekim 2008 Perşembe

Müzikal Rüya Blogu


Diary Of Dreams Sofya'da!

Bu konser haberini alır almaz hemen atladım tabi ki. 25 Ekim'de Sofya'da electro dark-wave'in Alman üstadlarından DOD'u görme fırsatım olacak.

İşin doğrusu, benim için pek birşey ifade etmeyen bir müzik alt türüydü dark-wave. Bir de üstüne üstlük elektro :) Tekno dinlemeyen, dinleyenlere de pek sıcak yaklaşmayan (maziden bahsediyorum tabi) biriyken bir gün ''Cholymelan'' albümünden aynı isimli şarkı çalındı kulağıma.

Cholymelan'daki melankoli dozajını anlatamam ancak dinleyin, ölçün, biçin değerlendirin derim.

Benim için albümle aynı ismi taşıyan parçayı dinlemem fikir edinmem ve de DOD konusunda heyecanlanmam için yeterli oldu. Heyecanımda beni haklı çıkardılar.

''Rüya'' günlüğünü biraz anlatalım. Çok üzerine düştüğüm bir grup değil esasında. Ancak canlı izlemeye değer bulduğum ve hakkında yazmayı gerekli gördüğümden bu fırsatı kullanacağım.

DOD için Adrian Hates'ten oluşan tek kişilik bir proje desek fazla yanılgıya düşmemiş oluruz. Albüm yapım aşamasında ve konserler haricinde müziğine dair herşeyi kendisi yapmaya çalışıyor.

DOD'un Türkiye'deki namının ne düzeyde olduğunu bilemiyorum ancak konser yer ve tarihlerine baktığımda aralarında İstanbul'u ya da Türkiye'nin herhangi bir şehrini göremedim. Ne geçmiş tarihli ne de gelecek - 'çok yakında' - gösterilerinde Türkiye adına bir bilgi yok.

Türkiye olmasa da Ekim 25'te Sofya'da canlı canlı görmeyi umut ediyorum Diary Of Dreams'i ve de tayfasını - ne de olsa konser organizasyonu, bunu da yalnız yapacak değil ya :)

Bu arada DOD'un bayan hayranları erkek hayranlarından fazla gibi bir izlenim edindim Myspace forumundan. Resimde çok tatlı/yakışıklı çıkmışsın tarzında yorumlara rastladım. Şaşırmamak gerek, Adrian abimiz oldukça yakışıklı, karizmatik, dark havalı ve kendisine bir sürü bayan mürit katabilecek potansiyele sahip zaten. Ya, bir erkeğin hemcinsi hakkında yorum yaparken fazla ileri gitmemişimdir umarım :-)

Bir de diskografi verelim de bu iş tamam olsun:

1. Cholymelan (1994)
2. End of Flowers (1996)
3. Bird Without Wings (1997)
4. Psychoma (1998)
5. Cholymelan Re-Release (1999)
6. Moments of Bloom (1999)
7. One of 18 Angels (2000)
8. O' Brother Sleep (2001)
9. Amok (2002)
10. Freak Perfume (2002)
11. Panik Manifesto (2002)
12. Dream Collector (2003)
13. Giftraum (2004)
14. Nigredo (2004)
15. Menschfeind (2005)
16. Alive (2005)
17. Nine in Numbers (2006)
18. The Plague (2007)
19. Nekrolog 43 (2007)

DOD, Sofya'ya Gorgon isimli müzik dükkanının düzenlediği ''Gorgon Fest'' için geliyor. Bilet fiyatları uygunmuş. Konserden önce 27, konser günü ise 30 leva (yaklaşık olarak YTL'yle aynı).

Bi görelim Alman melankolisi elektronik müzikle kaynaşınca canlı canlı nasıl oluyormuş.

Sonra yine gördüklerimi - umarım resimli olarak - paylaşmaca. favit'te oku

1 Ekim 2008 Çarşamba

Kedigiller İyidir


Kedigillere dahil ettiğimiz Pantera biraz da - şaka bir yana - o vahşi havayı bize hissettirir. Zaten Pantera tarzı agresifliği beğenmeyen hiç bulaşmasın derim. Ancak, tıpkı kedilerde şefkat ihtiyacından dolayı ara sıra nükseden kendilerini sevdirme, mırlama-mayışma moduna girmeleri gibi Pantera'nın da ballad'ları bana o havayı verir.

Sert müziklerinin ve duruşlarının arkasında hep iyi ve yumuşak başlı müzik adamları olduğunu düşünmüşümdür Pantera için. Aslını bilemeyiz tabi ki. Deli ve çılgın olmaları da bunun aksini ispatlamaz :) Canlı performanslarına şahit olamadığım ve bunun için 'ah keşke' dediğim gruplardan biridir Pantera. Canlı performanslarda grup ve üyelerinin kişisel tavırları, hal ve hareketleri insanı o grup hakkında siyadesiyle fikir sahibi yapabiliyor. Maalesef... yok.... olmadı yaniii. kısmet değilmiş...!

Pantera'nın kuruluş tarihi ta 1981'lere dayanıyor. İlk çıkışlarını glam metal'e olan meraklarıyla yaparlar. Ancak o dönemlerin göz bebeği thrash metal'i es geçemezler ve o dalgaya Pantera da kapılır. Hatta şahsıma sorarsanız kapılmakla iyi de ederler. Glam'den thrash'e kayan grafikte Pantera kendine has sertliği ve edayı ortaya koymuş ve glam'den gelen bol çığlıklı, tiz sesli vokalleri de sert ve haşin sound'a entegre etmesini çok iyi becermişlerdir.

Tabi burada 'groove' havasına değinmeden olmaz. 1990'ların ortalarına gelindiğinde daha da baskın gelen groovy gitarlar öne çıkıyor Pantera'nın değişiminde. Bunu ani değişim ya da sadece değişim olarak bile adlandırmamız doğru olmaz. Gayet düzenli bir eğride ilerleyen evrim çizgisi görüyoruz. Metal alt türü olarak sertleşmelerinde etkili olan Slayer'a hiç benzemediler. Slayer'ın ticari kaygılarla mı, gerçekten ilgi odağı haline gelmelerinden mi yoksa sadece 'cool' diye ele aldıkları din, iblis, cehennem, tanrı'nın gazabı, seri katilli, kanlı temalarından bir iki tanesine değinmişlerdir ancak tamamen oralara kaymamışlardır hiçbir zaman. Zaten Slayer'ın bu yönü hoşunuza gitmiyorsa, Pantera'nın da buralara el atmaması da hoşnut eder bir durumdur diye tahmin ediyorum.

Bu yazıya "Vulgar Display of Power" albüm kapağını eklememin sebepleri arasında bu albümü gayet leziz, nostaljik, Pantera'nın Pantera olduğu dönem ve albüm resminin tek karede çok şey ifade etmesi olarak sıralayabilirim.

Neden Pantera'nın Pantera olduğu albüm?

Çünkü o esas Pantera groove'unun yerleşmesi, glam'den kopmanın belirtilerinin iyice hissedildiği agresif/brütal yapının temellerinin yerine oturmasıdır "Vulgar Display of Power". Zaten albüm başlığının motamot çevirisi yapıldığında da gerekli intiba ediniliyor. 'Kaba Güç Gösterisi'! Buradaki 'kaba' tabiri gayet tabii ki de 'terbiyesiz' ile eşanlamlı olarak kullanılabilir :) Herkesin kişisel algı ve ilgi seçiciliğine bırakılmış.

Uzun süredir dinlememiştim Pantera. Aklıma geldi nerden bilmiyorum. Bu satırları yazarken "Far Beyond Driven"dan bana geçen heyecanı ve statik adrenalini size anlatamam. Süt tozu gibi aynen. Biraz su görse bendeki adrenalin etrafımdaki herkes için ciddi zararlı hale gelebilir :) Bir de Pantera iyi hoş elemanlar diye bahsediyordum biraz öncesine kadar :P

"Far Beyond Driven" demişken bu albümün favorim olduğunu belirtmem katiyen gereklidir. Lise hayatımdaki dönüm noktalarından biridir. Hayatın anlamı olmamıştır, o kadar da değil artık :) Ancak, bir başucu albümü, tapınalası bir totem, bir ergenlik çağı manifestosu, müzikte sınırları - kendi adıma - zorlamak, vs. vesaire...

Gençliğe adım atarken - ki albüm yayınlandığında bendeniz 14 yaşındaymışım (vay be!) - taze edindiğin bilgileri, kendi yaşadığın [hatta bazen başkalarının] deneyimleri kemikleştirip, genelleyip onları beton sertliğindeki fikirlere dönüştürme alışkanlığımız vardır. Yani ben bir kısmını yapmışımdır o yüzdendir bunu demem. O çağlarda Iron Maiden bilirdik ve onlara tapardık. Whitesnake falan da dinlemeye çalışırdım. Gerçi şu an Whitesnake gibi elemanları daha iyi anlayabiliyorum tabi ki. Neyse, konumuz Pantera ve fazla uzaklara dağılmayalım.

Yani benim [kafamda] kalıplaştırdığım müzik türünün, ifade şeklinin biraz ötesindeydi Pantera. Asimile edilmesi, hazmedilmesi, geri çıkarılması ve tekrar tekrar tüketilmesi hiç de zor olmayan hatta ve hatta bunu zevkle ve her seferinde ayrı heyecanla yaptığında hayatının bir parçası haline gelmemesinin imkanı var mı.

Okul sıralarına adını kazıdığımız, bulduğumuz her boş alanı adıyla karaladığımız bir grup.

Hayatımı canlı kılan, anlam katan, en nihayetinde heyecanlandıran şarkıları tek tek sıralamamın gereği yok sanırım. Olsa bile bence yok :)

Genel açılarıyla Pantera müzikalitesi benim gözümde böyle birşey.

Diğer yandan Phil Anselmo'nun varlığı o ergenlik yaşlarında ben ve benim gibiler için çok önemliydi. Karizmatik duruşu (eğlenceli bi flashback oldu hehe), tok sesi, ender ama yerinde böğürmeleri beni ve benim gibi düşünenlerin hayatına ayrı bir yerden girmiştir. Geçtiğimiz aylarda Phil Anselmo'nun grubu "Down", Metallica'yla birlikte Avrupa turundaydı. Turnenin Sofya ve İstanbul ayaklarını ziyaret edebilirdim. Kafamı iş ve uğraşlardan kaldırıp bir türlü organize olamadım (gayrıciddi bir tutum, evet kabul ediyorum). :)

Dimebag Darrel (RIP)

Ne diyebiliriz. Allah rahmet eylesin. 2004 yılının Aralığı'nda bir paranoyak şizofren tarafından canlı performans esnasında, kafasına isabet eden üç kurşunla öldürüldü. Büyük yetenek, bir country western hastası, Pantera'nın asi-deli-kanlı tarafıydı. Dimebag'in gitar tutuşunu az taklit etmemişizdir :) Saygıyla anıyorum.

Vinnie Paul - Dime'ın kardeşidir kendisi - bu yazıda es geçilirse yakışık almaz harbiden. Davullara ve bateri koltuğuna hakimiyeti gerçekten etkileyici :)
Cowboys From Hell albümünde çok tuttuğum, Vulgar Display of Power'da sound olarak nispeten zayıf bulduğum ve Far Beyond Driven'da kendimden geçtiğim davul atakları bizzat Vinnie Paul'un şahsına aittir.

Sözü fazlaca uzatmazsak benim hatıralarımdaki Pantera böyle. Müziğiyle hala kendini bende canlı tutabilen bir grup.

Hala dinliyorum. Beni heyecanlandırdıkları sürece dinlemeyi de planlıyorum.

Siz de dinleyin. favit'te oku