30 Mart 2009 Pazartesi

Mim Bulutu

Esther mimlemiş bu sefer. Mim konusu hayatta öğrendiklerim. Ya da hayatın bana öğrettikleri...

Ne öğrenebilir ki insan hayattan; karşılaşılan zorlukların nasıl olumlu şekilde kendi lehine çevrilmesi ve böyle yoluna devam etmen gerektiğidir herhalde.

Çocukluk yaşlarında (9 yaşına kadar), evde konuştuğumuz ana dilimizden başka bir de Bulgarca öğrenmem gerektiğini gördüm. Türk olduğumu ve bununla da gurur duymam gerektiğini öğrenmem çok uzun sürmedi :) 9 yaşında, aniden Türkiye'ye gidiyoruz dedi annem babam. Sevinmiştim, eğlenceliydi. İstanbul'da yeni tanıştığım kuzenlerim herhangi bir futbol takımını tutmam gerektiğini öğretti bana. Önce Galatasaraylı oldum, sonra Fenerbahçeli. Beşiktaş'ın çok daha düzeyli bir yeri olduğunu anladığımdan beridir de Beşiktaşlıyım evelallah :D

Annem ve babamın yoğun işlerinden dolayı ablamla yaşamayı öğrendim, bir de ablayla kavga etmeyi. Kavgalar da zevkliydi, ta ki kolum kesilene ve hiçbir zaman unutulmayacak bir iz kalana kadar. Aynı dönemde ailemin çektiği maddi sıkıntılardan dolayı da kendimi maddi yönden frenlemeyi ve herşeyi istememeyi öğrendim.

11-12 yaşlarında Pink Floyd, Metallica, Bon Jovi, Deep Purple gibi grupların parçalarından oluşan bir kaset geçti elime (hacılamışımdır belki de biyerden, hatırlamıyorum). O günden sonra müziği algılama şeklim çok değişti. Ortaokulda metal müziği öğrenince de tamam dedim, ben buyum. Aynı ortaokul yıllarında tiyatro nedir, nasıl oynanır, nasıl oynanması gerekir ve nasıl sıçılır bunu bir güzel gördüm.

Seçtiğim lisenin ne kadar gereksiz olduğunu öğrendim lise 1'de. Zaten 1 yıl dayandım en fazla, bizimkilere alın beni burdan dedim. Sağ-sol tartışmalarına gelemem, kaldı ki tartışılacaksa da bu okul değil üniversitedir. Ya da ne bileyim, herkes önce bir tartışmasını öğrensin, sonra birşeyler zikretmeye kalkışsınlar.

Lise 2'de psikoloji, felsefe ve sosyoloji'de inanılmaz bir öğrenci olduğumu anladım. Fakat sadece öğrencilikte kaldı. Aynı şekilde geometri dersinde olduğu gibi. Hep sevdim kendilerini ama aramızda bir soğukluk oldu hep, nedense. Üniversiteye kapağı atamayacağımı anlamam da ne tesadüfse lise yıllarına denk gelir.

Bundan sonrasında, Moskova'da yaşamayı, gezmeyi ve sağlam şekilde korunmam gerektiğini öğrendim (okurun bunu her türlü manaya çekme hakkı saklıdır). Gece hayatından okula zaman ayıramayacağımı öğrendim. Rusçayı da çok hızlı ve seri bir şekilde konuşup yazabileceğimi öğrendim bu arada. Fakat, Moskova'da okumak istediğim okulun fiyatının $5K olduğunu duyunca ailem bunun altından kalkamayacağını uygun bir dille bildiriverdi bana. Daha sonra ise Bulgaristan'da okumanın daha da pahalı olabileceğini öğrendim.

İstanbul-Blagoevgrad arası arabayla çok çabuk alınabiliyormuş onu gördüm. Bulgarların anlatıldığı kadar da banal insanlar olmadığını, aralarında çok yakın dostluklar kurabileceğimiz Bulgarlar olduğunu öğrendim. Aynı üniversite yıllarında aldatılmanın derin boşluğunu teşıdım bir süre. Amerika yolları taşlı, dönüşleri jetlag'liymiş onu gördüm. Aşçılık mesleğini öğrendim (line cook), para kazanmayı ve kıçı kırık İngilizce nasıl konuşulur onu öğrendim. Amerikanın bana göre olmadığını ama Cape Cod'u ayrı yere koymam gerektiğini öğrendim.

Bir çocuk sahibi olduğumu öğrenmeme ramak kalmıştı ki rahatlatıcı haber vakitli geldi (oysa ki Moskova'da korunmayı da öğrenmiştik) :D

Üniversite yıllarının sona ermesinin, 4 yıl boyunca birlikte yaşadığın, yediğin, içtiğin, kustuğun insanların sağa sola dağılmasının ne kadar acı verici olduğunu öğrendiğimde artık Sofya'yı tanımaya başlamıştım zaten. Yıllar içerisinde de Filibe'nin ne kadar eşsiz bir yer olduğunu öğrenmem kendi kendime Sofya'da ne işim var sorusunu doğrultmama sebep olmuştu.

Burada da Internet'i derinlemesine öğrenmeye başladım. Hala da bu "engin" bilginin peşindeyim.
Yakında bateri öğrenmeye başlarsam kimse şaşırmasın.

Bir de sLn ve A.Nur'un hayattan öğrendiklerini dinleyelim... :)

favit'te oku

26 Mart 2009 Perşembe

Non- comprehensive absürdite

Bulgar blogosferinde gezinirkene, sert iniş yaptığım blogların bir tanesinde aşağıdaki Fransız yapımı animasyona kaydı gözlerim.

Öylesine soyut ve de derin bir çizgiyle karşılaştım ki, ne anlam ifade ettiğini bile anlayamadan çok beğendim. Bir de anlasam ne olurmuş bilmiyorum.



http://www.youtube.com/watch?v=IL1J-YPsDdk

Bir 2. Dünya Savaşı eleştirisi var da gerisini çözemedim.

Çözenler çözemeyenlere anlatsın! :) favit'te oku

25 Mart 2009 Çarşamba

Rusça altyazılı nostalji

Müzik zevkine pek güvenmediğim bir kız arkadaşım skype'tan sorgusuz sualsiz gönderdi bu parçayı. Öfff, yine boktan rap/hip hop örnekleri dedim içimden.

Blue Foundation adında daha önce hiçbir yerde duymadığım bir grup. Kadın vokal! Gayet riskli.

Fakat daha ilk dinlemede beni etkileyen bir melodisi, sayko öğeleri ve melankolik havasıyla kaliteli pop havası beni içine çekti.

Klibini buldum tüpte. Buram buram nostalji kokusu ve durağan bir enerji hissiyatı hemen aktarıldı bana sanki. Zaten meloman bir kişiliğim, hele de melodik müzik akıllıca aranje edilip de uygun dozajda servis edildiğinde yeme de yanında yat.

Klibi, Rusya'nın Ural dağlarının eteğine konuşlandırılmış Chelyabinsk şehrinde çekilmiş. Chelyabinsk, sosyalizm zamanının en sağlam üretim merkezlerinden biriymiş. Zaten görüntülerden anlaşılacağı üzere her taraf endüstriyel peyzajlarla suni bir şekilde donatılmış.

Çok keyifli. Buğulu, ne tamamen karanlığa gömülmüş ne de aydınlığa izin verilmiş bir ruh hali ve bu ruh halinin kasaba sakinlerinden yansıyıp güzel Kirstine Stubbe Teglbjærg'in sesinden notalara yansımasını hissettim.



http://www.youtube.com/watch?v=iBhH1x543tM# favit'te oku

23 Mart 2009 Pazartesi

When I grow up, there will be a day, when everybody has to do what I say!

16-17'li yaşlarda neyin ne olduğunu bilmediğim dönemlerde İsveç rap/metali diye bir tür olduğunu öğrenmiştim. Öğrenme dediğim de birisi kıçından uydurmacayla böyle bir tür yaratmış aklınca, Clawfinger'ın yaptığına da rap/metal deyip senin benim hayal gücümüzü basite indirgemiş.

Herhangi bir müzik türünü kategorilerde tutmak fena fikir değildir. Ancak, onu tamamen o kategoriye ait gösterip de diğer kapıları kapatmak pahasına değil. Daha çok etiketlemek gibi olmalı bence. Misal, groove içerir, hafiften bir hiphop havası sezinliyorum, yer yer thrash'e kaymışlar gibi yorumlar bence okuyanı ve duyanı çok daha özgür kılacaktır. Neyse, yeter bu kadar felsefe.

Clawfinger'da endüstriyellik vardır, metal vardır, nadir de olsa hardcore metal öğelerine de rastlanır bazı şarkılarda.



Sound olarak Use Your Brain albümlerini çok beğenirim. Gitar soundunun sanki defalarca makineden geçirilip, sadece iki kere rafineyle yetinilmemesi, beni çok cezbetmişti ilk dinlediğimde. Dahiyane bir albüm ya da tür olmasa bile en azından Clawfinger'ın söyleyecek birşeylerinin olması bile önemli. Metal parti eğlenceleri için de biçilmiş kaftan. favit'te oku

Türkler orta Asia'dan mı gelmişlerdir?


Asia'nın Sofya'ya geleceğini sağa sola asılan posterlerden anlamıştım haftalar öncesinden. Fakat, Asia da neyin nesiydi veya kimin umrundaydı. Benim değildi, hala da pek sayılmaz. Ancak, kayda değer bulmadığımı da söyleyemem.

Dbugg'ın üstelemesiyle konsere gitmeye karar verdim. O kadar isteksizmişim ki, son ana kadar unutmuştum konseri :D sorumsuzluk da denebilir, unutkanlık da. Ama bence doğrudan Asia ile alakalı bir durumdu. Herneyse, Dbugg'la buluşulur, maşallah cümbür cemaat annesi babası da eski rockçılardan olduğundan onlar da orada bulunurlar. Aynı kadro daha önce de Mark Knopfler konserine beraberce gitmiştik.

Konser mekanımız, Bulgaristan'ın medarı iftiharı, NDK (Natsionalen Dvorets na Kulturata), yani Türkçe mealiyle, Ulusal Kültür Sarayı denen fuar, gösteri, konser, piyasa ve daha birçok şeyin mekanı.

Mekanla ilgili bir sıkıntı yok, hatta akustiği fena olmayan dev bir mekandır. Asia'ya önlerden yer kalmadığı için Dbugg sağolsun balkondan yer almış bize. Bu da ok. Fakat koltukları bir gördüm ki kıçımın oturası gelmedi 10 dakika kadar bir süre. Koltuklar rahat fakat 185 cm boyunda birinin bacaklarını sığdırabileceği mesafeyi mekanı yapanlar düşünememişler. Bulgarlar da kısa bir millet sayılmaz esasında ama git de anla işte. Neyse eciş bücüş oturduktan sonra baktık hafiften Asia hafiften teşrif ediyor sahneye doğru.

Heyecan yok bende, nötrüm. Vasat bir giriş ve 50'li yaşlarına gelmiş heyecanlı bir güruh... Ben mi çok önyargılıyım yoksa progresif rock'tan hiç anlamıyorum veyahut anlamak istemiyorum. Eskiden çok az da olsa Yes dinlemişliğim vardır. ELO da dinlerim arada bir fakat Asia'yı hiç dinlememiştim. 1, 2, 3 derken baktım parça aralarına sıkışan gayet kaliteli öğeler ortaya çıkıyor. Ben de ne yaptım, şarkıları kendimce böldüm, vokali duymazmış yaptım kendimi ve daha çok davullara odaklandım. Kaldı ki Asia'nın davulcusu on numara bir amca. Kendi kendime yazık dedim, böylesine vasat şarkılarla adamın yeteneğini çürütmüşler :)) Şaka bir yana, Asia'nın müzikalitesinde bir sorun yok, amcaların hepsi gerçekten çok iyi müzisyen. Ben davulları en fazla beğensem de klavyeden bas gitara kadar hepsi yerindeydi.



Ancak, Asia'yı adam akıllı oturup dinlemem için herhalde en 15 senenin daha geçmesi gerekecek.
Hafiften caza doğru kayabilirim ama hala hardcore, punk, ska gibi türlerde kafa salladığım gerçeğini gözardı edip rock ritimlerine ellerimi şaplatarak eşlik edemem. Çok lame geliyor bu bana.

Progresif rock da severim aslında ama herneyse işte. Benim için ortalamanın hafifçe altına kaçan bir konser deneyimiydi. Davul dinletisini saymazsak tabi :) Bu Wildest Dreams de fena olmayan parçalardan. Asia beğeneni varsa bu satırları okuyanlar arasında lütfen bana neyi nerede kaçırdığımı izah etsin.

Güzel bir hafta dileğiyle! favit'te oku

20 Mart 2009 Cuma

Troll'ümü sever misin?!

Sevdiğim yörelerden bir topluluk daha.

Folk metal'i gereğince yerine getirdiğine inandığım Finntroll. Üstüne üstlük İngilizce söylemek gibi bir dertleri yok. İsveççe de gayet hoş ve keyifli geliyor kulağa.

Troll hikayeleri, trollerin ne kadar üstün olduklarını, öyle anlatıldığı gibi salak yaratıklar olmadıklarını düşünen insan evlatları için yapılan dinletiler...

Tolkien'in anlatılarına da sık sık rastlayabileceğiniz bir grup..

Black metal esintileri de cabası \m/

favit'te oku

Canavarız, gizlemiyoruz

Behemoth, Amerika ellerinde kendini şana şöhrete ve konserlere kaptırmış olsa da sanırım geldikleri yeri unutmuş değiller.

Soundlarındaki Amerikanlaşmaya karşın, söyleyeceklerini nota ve sözlerle dile getirmekten çekinmiyorlar. Antichrist ise antichrist'ız abi biz diyorlar. Ne kadar olumlu veya olumsuzdur bilemem. Fakat, Behemoth için daha önceden sarfettiğim başkaldırı övgüleri halen geçerlidir.



Behemoth'un Polonyalı oluşu onları beğenmemde olumlu bir önyargı oluşturmuş mudur, büyük ihtimalle evet!

Fakat, emek ve fikir tüketerek ortaya çıkardıkları yapıtlar da son derece yerinde malzemeler... favit'te oku

18 Mart 2009 Çarşamba

Dağıtiiim lan burayı, heh?!

Uzun süredir bloguma yerleştirmek istediğim muhteşem bir Christian Bale küfür derlemesi.

Fakat, aradan belli bir sürenin geçmesini bekledim. Herkes bir unutsun, tekrar özlesin falan..

Bildiğiniz üzere Christian Bale, yeni Terminatör'ün setinde ışıkçıya kızmış bu da çok büyük bir olay haline gelmişti.

Uzun uzadıya dinledik Bale'in içini dökmesini.

Aradan fazla zaman geçmeden de hemen remix'i yapıldı.

Ben eğlenerek ve gülerek dinliyorum.

Bale'i sevmeye devam tabi canım. Adam böyle parladı diye hemen küstük değil ya.

Çocuk muyuz biz, aaaa!?

favit'te oku

Erotomania

Dün akşam, benden de daha ateşli bir müzik hastası olan Dbugg'a gittim. Evinde yoktu. Aradım, cebi de kapalıydı. Baktım, garajdaydı. Arabanın ses sistemiyle meşguldu.

Bilirsiniz, yeni car audio, yeni kolonlar falan filan. Zaten araba sevdalısı erkek milleti için arabayla vakit geçirmek güzel bir eğlence sebebi ve faydalısıdır.

O bir taraftan uğraşırken diğer yandan da biralarımızı tokuşturduk. Tam garaja sohbeti oldu açıkçası. Sıra soundcheck'e gelince de garaj ışıklarını kapatıp kendimizi arabanın teybin loş ışıklarını izlerken ve de Dream Theater dinlerken bulduk.

Evet biliyorum, çok gay'imsi bir sahne. Ama hemen söyleyeyim, öpüşmedik :D

Dream Theater'ın bundan birkaç sene önceki İstanbul konserine de beraber gitmiştik. Var bir DT sevdamız. Kanıtlanmış durumda artık.

Soundcheck'te DT dinlemeyi unuttuğum aklıma geldi.

Ve hemen Awake albümünden esntrümantal Erotomania'sının canlı kaydını ğaylaşmak istedim.

Bu konserin DVD kaydı vardı bir ara. Özellikle bu parçayı açar, 4-5 defa dinlemeden rahat edemezdim. Hala harika ve hala güçlü. Ne de olsa, bu albüm Kevin Moore gruptan ayrılmadan önce kaydedilmişti.



Her ne kadar son zamanlarda ortaya çıkardıkları eserler pek ilgimi çekmese de bu yaz Kaliakra Rock Fest'in organizasyonunda headliner olarak yer alan DM konserine gitmeyi planlıyorum.

Umarım, İstanbul'daki konserden daha heyecanlı geçer... favit'te oku

17 Mart 2009 Salı

Savaş Bulanık Görenlerin İşidir

Brit tarzına hafiften göz atmak amacıyla 1-2 örnek dinlemek istemiştim zamanında.

Blur'ü zaten biliyordum. Gıcık, laubali ve safi eğlenceye yönelik bir topluluk gibi gelirdi hep bana.

Daha sonradan 13 adlı albümleri geçti elime, sanırsam Moskova'daki CD alışverişlerinden kalma bir albümdü. Coffee&TV ve Tender gibi hitler içeren bir albümdü.

Fakat aralarında bana en yakın geleni Battle'dı tabi ki. Ne de olsa bir çatışma, münakaşa var işin içinde. Şarkının atmosferi de bir yandan öyle, hem rahatlatıcı hem rahatsız, bir taraftan endüstriyel seslerle bezeli bir kargaşa ortamı, falan filandır derken ben bunun hastası olmuştum.

Videosunu yeni gördüm. Kim çekmiş bilemiyorum, belki de Blur kendileri oturup yapmış da olabilirler.

Farketmez. Cuk oturmuş. Tam benim zevkime göre.

Savaş gemileri, kalkan ve düşen uçaklar, orijinal savaş görüntüleri...

favit'te oku

14 Mart 2009 Cumartesi

It's cold out but her popsicle melts

Klipte güzeller güzeli, seksiler seksisi yetenekli Shirley Manson'ın da dahil edildiği enfes bir She Wants Revenge parçası.

These Things.

Şurada uzun uzadıya anlatmışım SWR'i. İster okuyun ister parçayı sözleri ve müziğiyle özümsemeye çalışın :)



Parçanın sözlerine de buradan bir giriş veyahut çıkış yapabilirsiniz. favit'te oku

13 Mart 2009 Cuma

Kim kiminle virtüel olarak nerede ister?!?!


Bu aralar bir mimlemedir gidiyor. Gerçi şu ana kadar bir tane sLn'den, bir esther'den, bir de dün fenasi'den gelmiş. Toplamda 3 tane yani, şikayet etmeyeyim...

İlk iki mim eğlenceli ve zorluk derecesi pek de yükseltilmiş cinsten değildi açıkçası. Fakat bu seferki, her türlü kalıbı yerinden söken, insanın hücrelerinde ahlaka dair zerre kadar iz bırakmayan cinsten :D hele ki benim gibi muhafazakar(!) bir adama böyle bir mim...

Efendim, fenasi demiş ki bloglar aleminde kim kimi rüyasında görüp hayalini kuruyormuş falan. Daha doğrusu kim hangi blogcuyla yatmak ister mimi...

Hemen belirteyim, burada adı geçen ve geçecek olan karakterlerin gerçek hayattakilerle hiçbir ilgisi yoktur. Doğabilecek benzerlikler, tesadüf olarak algılansın. Öyle!

Şimdi, okuduğum blogcu ablalar arasında bir tane esther var. Ki, o esther yer yer hırçın zaman zaman sevecen, hafif asi hafif evcimen gibi. Yani sanki hem taşınabilir bir hatun, hem de yeri geldiğinde sinirlerini yerinden sağlamca oynatabilecek bir potansiyele sahip biri gibi...
Ama zaten bu da işin tatlı yanı. Gül gibi geçinip anlaşabileceğin biriyle olan cinsel deneyim bir süre sonra rölantiye bağlayıp çok kolay sıkılabiliyor insan. Daha da kötüsü, o insana bağlandığında rölantide olduğunu da farkedemiyorsun bazen. Kendine tokat falan atman gerekiyor, kafan basarsa buna tabi, uyanıp ayılabilmen için.

Bana sorsalar esther derim. İlginç bir insan, yazıları da öyle. Keyifle takip ediliyor. Bu da bir hard-on vermiyor değil insana :D böyle de olayı basitleştiririm işte. Değişik de bir yüz açıkçası.
Overall, ilgimi çeken bir hatun.

İşin mim kısmı fictional düzeyde tabi ki, yani esther'in abileri dayıları üzerime yürümeye kalkmasın, bulgar'da da olsam bulmasınlar beni :-P

Bir de şarkı vererek bu mimin adını koyalım. Bir ABBA cover'ı gelsin Erasure'dan.

favit'te oku

12 Mart 2009 Perşembe

It's always funny until someone gets hurt and then it's just hilarious

Faith No More'a bağımın güçlendiği ve Mike Patton'a olan hayranlığımın katbekat arttığı albüm King For A Day, Fool For A Lifetime'dan Ricochet.

Karmaşık ve yaratıcı sözleriyle ve inişli çıkışlı müziğiyle enfes bir dinleti.

Sakinlik uyandıran bir havası varmış gibi görünse de, beni çok rahat gaza getirip pogo yaptırabilir. Artık kafa da sallayamıyorum, beyin hücrelerimin öldüğünü hissedebiliyorum artık :D

favit'te oku

Kulak Pası ve Cila

Bir Black Sabbath cover'ı..

Pantera'dan!

Favori albümüm Far Beyond Driven'dan Planet Caravan.



Albümü baştan sona (son parça hariç, ki zaten son parça da Planet Caravan) dinlediğinizde sertlikten, kabalıktan ve ayyaşlıktan geçilmeyen parçalar dizilimi görülür. Ve Planet Caravan, kulağın pası alındıktan sonra cila niyetine kapanışta sunulur.

Pantera'yı az buz dinleyip de bu zamana kadar özümseyememiş meraklılar varsa bir de bu açıdan bir kulak vermeyi denesinler. favit'te oku

How Low You Can Go?

Özlediğim thrash nağmeleri olduğunu anladım biraz önce.

Drum and bass, black metal, gotikti derken nereden geldiğimi unutuyormuşum meğersem :D

14-15 yaşlarındayken, İstanbul'da bile metelikadan başka grup tişörtleri bulamazdık.

Bakırköy'de kırtasiyenin birtanesi tişörtlere kısıtlı sayıda baskı yapıyordu. Hemen gittim, Iron Maiden, Manowar ve Testament tişörtleri bastırdım.

Özellikle de Testament tişörtünü gururla taşıyordum. Nadir bulunan cinstendi, konser albümü The Apocalyptic City albüm kapağının kanlı, gore'lu resmi vardı önümde gurur duyulmaz mı :)))

Low albümünü de beğenmiştim daha sonraları.

Albümle aynı ismi taşıyan Low parçasıyla Testament huzurlarınızda.

favit'te oku

10 Mart 2009 Salı

Depeş Moğdundayım..!

Depeche Mode Tour The Universe 2009 turnesinin İstanbul ayağına katılmak isteyenlerden biri olduğumdan şimdiden manen kendimi hazırlamaya başladım bile.

Sabırsızlanıyorum açıkçası DM'yi canlı izleyebillmek için.

Sevgili dostum Erhan sayesinde depeş derinliğine dahil edebilmiştim kendimi vakti evvelinde. Violator albümünü çok sevmiştim, hatta aşık bile olmuştum.

Daha sonrasında Music For the Masses, Black Celebration derken gerçek bir depeş manyağı oluvermiştim zaten.

Songs of Faith and Devotion albümünü zaten bilmeyen pek yoktur.

Turne kapsamında olan Sofya'da da depeşi izleme imkanım tabi ki var. Fakat bilet fiyatları pek bi ucuz geldi burada :))) Sofya ayağının biletleri 40-200 leva arasında değişiyor (1 leva aşağı yukarı liraya tekabül ediyor).

İstanbul'da ise 100-300 TL arasında yanılmıyorsam. Daha pahalısı varken neden ucuza izleyeyim dedim ben de kendi kendime :P

Şaka bir yana, her yerin kendi has bir konser havası vardır ya, İstanbul'unki bambaşka güzel. Sadece onu bir kez daha yaşamak ve DM ile keyfime keyif katmak amacıyla gidiyorum bir aksilik çıkmazsa.

Depeche Mode - Never Let Me Down Again (Live)
Uploaded by goldrausch


Heyecan üst seviyelerde.!!! favit'te oku

9 Mart 2009 Pazartesi

Yere Çakıldım Yine Durulmadım

Anathema'yla uçmak üzerine bir sürü yaşanmışlık, geçmişte kalmış bir gelecek ve umutsuzluk detayı paylaşmak isterim aslında.

Fakat bu kadar da duygusallaşmayalım.

Ağır roman havasına gömülürüm aniden, ki zaten buna ramak kalmış durumda...



http://www.youtube.com/watch?v=flirafMuYZE&feature=related

Flying'in sözlerine derinden bir analiz yapılmasını tavsiye etmekten ziyade, en büyük dikkatin sözlerde yoğunlaşsın derim.

Tabi bir de, basit ama son derece ve mükemmel melodik soloya da aynı ihtimam gösterile..... favit'te oku

8 Mart 2009 Pazar

Bütün Bunlar Düş

Daldan dala konmacaya devam.

Bu sefer nadide Türk gruplarımızdan Grizu ile.

Güven Erkin Erkal kişisinin pompalamasıyla daha sık dinlemeye başlamıştım Grizu'yu lisede.



Lise yıllarının eksik ve şekillenmemiş duygu ve fikirlerine yeni bir yön çizen "urban rebel" tadında müzikal bir tattı benim için Grizu o zamanlar.

Artık nostalji.

Ama gayet de güzel böyle. favit'te oku

6 Mart 2009 Cuma

Everything's turning to blasphemy

Ne diyeyim ki, Slipknot işte.

Bazen böyle bebeliklerim tutup eskiden asi bir rurhum olduğunu hatırlarım.

favit'te oku

Decadent&Desperate

Elektronik ve metal müzik türevlerini birleştirip ortaya çok çok farklı bir harman çıkaran Mortiis'in kurucusu, babası, herşeyi Havard Ellefsen sadece aykırı müziğiyle değil kendi gariplikleriyle de tanınıyor.

Normal haliyle görenimiz yoktur herhalde kendisini. Varsa da öne çıksın... :)))



I'm going back, thinking about all the changes.

I'm going back to all those wasted years.

I see the rise and fall of the world I lived in.

This time it doesn't seem real at all.

But I took the fall and on came all the changes.

All i had could not be saved - it was far too late.

Everyone leaves. In the end.

Everything dies. In the end.

It doesn't matter how hard you hold on.

I'm going back to the times you went away.

I thought you thought that I was the monster.

I see the rise and fall of the world that I made.

I always wanted to take you with me.

And then I saw some people for the people that I thought they were.

In your painful absence.

Everyone leaves. In the end.

Everything dies. In the end.

It doesn't matter how hard you hold on.

How hard can you?

Do you want to hold on?

How hard can you?

The all leave in the end.

How hard can you?

We all die in the end. favit'te oku

5 Mart 2009 Perşembe

Gariban Görüp Mimlediler!

Esther kazanıyla gelmiş mimlemiş beni :))

Mimi yapalım, dur bakali nolcek...

Ben de sLn, Zeugma ve tim'i mimliyorum buradan...

1. Doğum tarihinizden yaşınızı çıkartın, o yıl şimdiki yaşınızda olsaydınız adınız ne olurdu????
1980 - 29 = 1951 Nebiliim ben! :P Murtaza olurdum herhalde. Ha, Niyazi var bir de o da güzel :D

2. Hangi mesleği yapıyor olurdunuz?
Mühendis ya da gasteci olurdum büyük ihtimal. Gazetecilikte fena işler yapmazdım herhalde ama mühendislikte kaldırımlardan başka birşeyden anlamazdım gibime geliyor yoksa şüphen mi var...

3. Nerede yaşamak isterdiniz?
Kesin ya Paris ya da Boston olurdu. Zira gazetecilik ve iletişim olaylarında bir tek orada gelişebilirdim. Evet dimm :))

4. İdolünüz kim olurdu?
Marilyn Monroe. Daha sonraki yıllarda Charles Manson... Ve işte böylece bir yıldız doğdu: Marilyn Manson..

5. O yıllara ait bir fotoğraf, şarkı veya söz varsa ekleyiniz.
O yıllarda Frankie'den başka ne dinleyebilirim ki :D

favit'te oku

4 Mart 2009 Çarşamba

Kanlı Canlı Deneyerek

Yaşlanma belirtileri başgöstermeye başladı galiba.

En azından eskisi gibi o düşüncesizce yapılan çılgınlıklar, fevri hareketler dinlediğim müzikte de renk değiştirmeye başladı.

Bir cazdır, rocktır, deneyselliktir kaplamış beynimi gidiyor böyle.

Son zamanlarda sadece Zappa dinliyorum. Bundan da büyük haz alıyorum doğrusu.

Eskiden çok tanımlanamaz ve asimile edilemez bir tarz gelirdi bana. Artık, herhalde o ruh halini anlayabilecek seviyeye geldim ki kendimden birşeyler buluyorum deneysel müziklerde.

Öylesine ki ruhunuz o tineycırlık sürüklenmesinden çoktan çıkmış, yirmili yaşların aşk buhranlarını ve umursamazlığını atlatmış, ben şimdi ne yapıcam dercesine gitarın asimetrik şekilde gidip gelmesinden, davulun ani ve beklenmedik vuruş ve inişleriyle titreyip kendine gelen bir yol haritası çizer sanki.

İşte bu noktada hayatın daha dolambaçlı yerine geldiğini anlar insan. Ama tatlıdır da bu dönemler, dönemeçler. Zevk almasını bilene.

Dün akşam buna benzer bir deneyimle karşı karşıyaydım. Daha geçen hafta gitmeyi
planladığımız yerin adı Swinging Hall. Maalesef geçen hafta Zone C gösterisi yalanmış gidemedik. Dün nasip oldu.

Canlı kanlı izleme niyetinde olduğumuz amcalara ise Zone C diyorlar (Зона Ц). Blagoevgrad'da okurken daha isimlerini duymuştum Boyko sayesinde. Bansko Jazz Festivali'nden (sene hatırlamıyorum) canlı performanslarını dinlemiştim. Çok iyiler demiştim sadece o zamanlar. Bu demek oluyor ki çok fazla etkileyememişlerdi beni :))
Fakat, canlı icra ettikleri parçalardan bir tanesi vardı ki etkilenmememe imkan yoktu. Yemen Türküsü'nü çalmışlardı. Sözsüz, füzyonlu ve son derece cazsal ve deneysel biçimde.
Nette bulmaya çalıştım, maalesef bulamadım.

Zone C ile alakalı, grubun davulcusu Stoyan Yankoulov'la ilgili malzemeye ulaştım sadece. Bateri, perküsyon ve her türlü vurmalı hastası bir müzik dinleyicisi olduğumdan Yankoulov'un maharetlerinden bahsedeyim size biraz.

Davuluna bu denli hakim, yaratıcı ve doğaçlamada diğer grup üyeleriyle bu kadar uyum içerisinde bir davulcu görmemiştim uzun zamandan beri. Swinging Hall denilen mekan oldukça küçük ve bir o kadar da içiçe bir bar ortamı. Gayet sıcak, herkesin birbirini tanıdığı ve beraberce eğlendiği bir ortam. Zone C de zaten sanki kendi stüdyolarında, kendi hallerinde çalıyormuş da 3-5 arkadaşı da onları izlemeye gelmiş ve herkes bu durumdan fevkalade memnun durumda.

Vassil Parmakov da aynı hünerleri piyanoda göstermekten alıkoymadı kendini. Synth denemeleri ve içten doğaçlama olarak gelen duygularını sadece müziğe değil, yüz mimiklerine de yansıttı bol bol. Sıkça da boşalan vodka bardağımı doldurun diye garip bakışlar atmaktan da geri kalmadı :))

Vesselin Vesselinov ise bas gitar ve kontrbastaki yaratıcılığıyla beni hayran bıraktı tam anlamıyla. Duygu aksının yüz ifadesine yansıması mevhumu bu şahsiyette de vardı ve sıkça seyirciyi gaza getirme görevini üstlendi kendisi.

Mart 10'da büyük ihtimalle yine oradayım.

Bu sefer, bir iki kuple birşeyler kaydetmeye çalışırım :))

Aşağıdaki linkte Yankoulov'un İstanbul'dan bir canlı performansını bulacaksınız.

http://www.youtube.com/watch?v=gx6GKdTsxsE&feature=related

Enjoy! favit'te oku