27 Mayıs 2009 Çarşamba

Arama sonuçlarında iğneli kirpi çıktı



Google'da biri besim taraması yapmış. Benim siteye gelmiş bir şekilde.

Ben de merak ettim besim yazınca ne çıkıyo bakayım dedim.

ismididikle isimli bir isim portalına denk geldim. Kendi adımla ilgili ayrıntılar verdi bana, kısa istatistiki bilgilerle. İlginç ve eğlenceli. Ama o kadar sadece. Öyle bir derinliği olduğunu söyleyemem :))

Şurası ilginç mesela:

- Besim, Türkiye'de en çok kullanılan 905. isimmiş!
- Ülkemizde 7362 kişiden biri Besim'miş. Yaw, ben de istisnalardan olduğumu sanıyordum :D
- Mayıs 2009 itibariyle 10, 116 kişinin ismi Besim'miş. Yani, kendimi zannetiğim kadar özel biri değilmişim. Alışmak gerek :P
- Tahminlere göre de Besim isimli şahıslar yılda ortalama 166 kişilik bir artış gösteriyormuş =-o

Bir daha düşündüğümde, bu ismi göğüsleme işi belki de tek başına olsaydım bu kadar kolay olmayabilirdi... Bomboş bir gezegen'de yalnız olmak gibi birşey. Ya da onun fobisi bile yeter!!!

Gezegen ve korku demişken Porcupine Tree'yi şu ana kadar dinlememiş fakat deneysel olan ve kalıplara fazla sığmayan bir heavy/rock/roll/hafiften de metal türündeki örnekleri merak eden herkese tavsiye ederim.

favit'te oku

26 Mayıs 2009 Salı

Bir Haftasonu ve Hayatın Evreleri

Haftasonunu dolu dolu geçirdim diyebilirim.

Son zamanlarda beyne eklendikçe eklenen yorgunluğu atabildim yani.

Güzel bir cumartesi günü basketbolu, ardından ayran, bira ve upsarin eşliğinde bir keyif çatma ile günün nasıl geçtiğini anlayamıyorsun. Basketbolu da son zamanlarda yeniden keşfeder oldum. Doğru kişilerle oynandığında herşeyden daha çok rahatlatıcı bir aktiviteye dönüşebilir.

Cumartesi günü böyle, gecesi bir arkadaşın bahçede mangal partisi var abi gelir misin demesiyle belli olmuştu :)
Sabah saatlerine kadar oturduk, sohbet, daha çok şamata... Bir de Türk ortamında sürekli bir geyik havası olur, nereye de gitseniz olur. Bizimkinde de pek farklı değildi.

Muhabbete lafım yok. Beni bozan çevirilen geyiklerden çok çalınan müzikti. Nedense bir yerde çalan notalar kulağımın aşina olduğu kalıpların dışında ve benim girilmez bölgeler olarak işaretlediğim türden ise işte o zaman ya çok sıkı bir sohbete ihtiyaç duyarım ya da orada işim kalmaz zaten.

Evin bahçesi tam benim mood notalarına uygundu aslında fakat kim olduğunu ayırt edemediğim arabeskler açıldı ve herkes tüm şarkıları mı ezbere bilir kardeşim. Meraktan sordum, Hakan Altun diye biriymiş. Bari dedim, halk müziği tarzında birşeyler çalın, içim dışım garden fantezi oldu çıktı :D

Allahtan, Sofya Elçiliği'nde çalışan bizden yaşça büyük bir abimiz var o da bana destek çıktı ve en azından halk müziğinin güzel örneklerine geçilebildi. Çok da büyüttüğüm meseleler değil aslında fakat üzülüyorum yurdum gençlerimin bir Deep Purple, bir Whitesnake bile dinlemeden Duman'a rock/metal demelerine ve kendilerini "rock da dinlerim, herşeyi dinlerim ben aaağğbiii" sınıfına yerleştirip her kapıyı açık bırakma çabalarına.

Sen yine herşeyi dinle ama en azından farkında ol. Farkındalık, bilgiyi ve bilginin kullanımını da arttırır. Herneyse...

Pazar gününün de bir sorumluluğu vardı üzerimde. Üniversite yurdunda aynı daireyi paylaştığım arkadaşım Pavel'i geçtiğimiz yaz evlendirdik. Artık, dünyalar güzeli 2 aylık bir de kızları var. Pazar, erkenden kalktım, o güzel kıza birkaç hediye ve annesine de bir saksı çiçeği beğendim. Sofya'dan 30 km. uzaktaki Pernik'e onları görmeye gittim. Gayet keyifli geçirilen birkaç saatin sonunda Sofya yolunu tuttum. Aklımda, eski yurt günlerimizin hatıraları ve yaşlanmakla ilgili ileri geri düşünceler gitti geldi.

Ancak, bu derin(!) düşünceler yerini hemen anlık sinire bıraktı yerini. Öylesine bir trafik sıkışıklığı bekliyordu ki beni, henüz haberim bile yoktu. Olayın ciddiyetini anladıktan sonra hemen çalan müziği değiştirdim. Taktığım CD'den Moonspell albümlerinin hemen hemen tamamı çıktı. Moonspell'i özlediğimi anladım hemen.

Wolfheart albümüyle büyüdüm, geliştim. Sin/Pecado ile oldunluğa erişmeye başladığımı hissettim. Şimdi de Memorial albümüyle her iki dönemin ortalamasını alan bir edayla hem birçok şeye biraz yukarıdan bakabildiğimi hem de aşağıda gençlerle kafa sallayıp pogoya katılmak istediğimi görebildim. Geçiş döneminde miyim neyim!?

Herhalde! Fakat önemli olan, müzikten o eski tadı hala alabilmem ve daha uzun seneler alacak olduğumu hissetmem.

Moonspell'in Finisterra'sıyla baş başa bırakıyorum!

favit'te oku

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Dinleme de yanında yat

Son günlerde, başka hiçbir şey dinleyemez buldum kendimi.

Prodigy, daha önce bahsettiğim son albümünü çıkardığından beridir kendimi Profigy esaretinde buldum.

Reggae, rasta veya haiti grooves (bunu bi tarafımdan uyduruyorum şu an) tarzı müziklerden pek hazzetmem belli başlı örnekler haricinde.

Altta, bazılarınızın beyaz bir pencere olarak gördüğü parça Thunder'ın videosu. Patois aksağanıyla söylenmiş bir sample nakarat bölümü ve dolu dolu beat'li (bitli olur mu acaba:P) eğlenceli, hatta düşündürücü bir parça diyebiliriz.

Tam bir club hiti, yazın bol yumurtalı, fazlaca sucuklu gazı biberi bir parça.....

O çoğu zaman, bozuk İngilizce ile Afrika şiveleri karışımı, tatsız gelen Patwa bile o kadar uyumlu durmuş ki parçada.

Prodigy'ye bir kez daha selammm..!!!



http://www.youtube.com/watch?v=l0uAsHKiR-c favit'te oku

12 Mayıs 2009 Salı

Censors Must Die


Prodigy vardı benim tineyc dönemlerimde. Fazlasınca haşarı, yerinde duramayan bir o kadar da özenti bir topluluk olarak varlardı benim gözümde. O devirlere göre, benim kaldırabileceğimden fazlaca uçuk bir çizgileri olduğundan olsa gerek beni çok fazla çekmemişlerdir.

Oysa biri çıkıp deseydi ki, bunlar İngilizdir, normaldir, hor görme güzel kardeşlerini... Anlardım, hatta saygıyla karşılardım :))

Üniversite yıllarının parti müzikleri ve counter-strike oda turnuvalarının vazgeçilmez fon müziği haline geldi Prodigy daha sonra. Yaşlandıkça da (bkz. 9 mayıstan beri 1 yaş daha olgunlaştım :puaha) gençliğimi hatırlatan eğlenceli, yarı-karanlık, tekno müziğe dönüştü.

Aslında Prodigy'nin farklı tarafı tek bir tür tanımıyla yetinemeyecek olmanızdır. House, hip-hop, elektronun allahı, popun yandan yemişi, drum&bass'e göndermeler, acid techno-rave'e giriş çıkışlarla tam anlamıyla ilahi bir pornografi gibidir Prodigy.

Taptaze yayınladıkları "Invaders Must Die" albümünü dinliyorum bugün.
İlk üç parça öylesine manyak ki, albümü sevmeme imkanına sahip değilim. Albümle aynı ismi taşıyan parça, değişik bass girişe sahip klasik brit ezgileriyle giriyor. Beat'lerden de aslında Prodigy olduğunu anlayamıyorum ilk başta. Fakat Omen ve Thunder'daki havayla karmakarışık, günlük güleçlik havanın tozunu dumanına katıp, ufaktan yağmur yağdıran ve ortalığa sırf eğlence olsun diye çamura boğan bir atmosfer yakalıyorum. Dans etmesini sevmeyen bendeniz, zıplayası bir ruh haline giriyorum resmen....

It's an omeeeennn....

I hear thunder, but there's no rain.....

Öyle böyle değil, hakikaten çok sıkı ve olgun bir albüm ortaya çıkarmışlar Essex menşeili grup.

Bir de unutmadan Warrior's Dance adlı parçanın sample'ına yakından dikiz derim... Müthiş!!!

P.S: Her zaman yaptığım gibi güzel de bir klip koymayı düşünğyordum bu yazıya. Dailymotion'ı da yasaklayan yurdum robotlarına bir beden büyük gelir diye kendi kısmi yayın özgürlüğümü sınırlıyorum.

Video mideo yok kardeşim...

Neyi, hangisini engelleyeceğinizi düşünüyor ve bulamıyorsanız yazın bana. Kapsamlı bir liste çıkarmaya çalışırım. favit'te oku

8 Mayıs 2009 Cuma

Sorunlu Sakız Terapisi?


İşin gücün kattığı stresten kurtulmanın kaçışıyla yaptığım yaklaşık bir haftalık tatil rehavetinden kurtulmuşken ve de kendimi yeniden notalı dalgalara kaptırmışken Therapy? aklıma geldi. Gençlik yıllarımı derinden etkileyen bir grup. sLn'in de teşhisini koyduğu, bendeki boşvermişliği apatetik yapıyı oluşturanlardan biri de bu K. İrlanda fırlamalarıdır belki de.

Alt beyne yerleşmiş, bilgisayar solucanları gibi içten içe beni kemiren ve kendilerine bağlı kıldıran haldeyim sanki. Özellikle de Troublegum albümleri bence geçtiğimiz yüzyılın en iyi 50 albümü arasında yerini almalı kanaatimce.

Albümün ilk parçası Knives'tan son parçaya kadar soluksuz bir alternatif/indie/punk/thrash bileşkesinden oluşan Therapy? enerjisi. Bu enerjinin içerisine dahil edildiğini hissettiğim, olgunlaşmanın getirdiği bir boşluk draması ve dramatik atmosferin pompaladığı hissiyatsızlık hali var sanki 1994 Troublegum'ında.

Şüphelendiğim nokta, bu halin Andy Cairns'ten kaynaklandığı yönünde. Daha sonraki dönemlerinde hit haline gelen Diane parçasında bile depresif yapıya ilaveten ataçlanan tahrip edici ruh hali de eklenmiştir. Kuzey havasının iç açıcı olmayan atmosferi ile kişisel yaşantıların birikiminden ortaya çıkan bir tablo olsa gerek.

İndie'nin yapısında olan karamsarlık diğer türlerin de katılımıyla agresif bir şekil alabiliyor Therapy?'nin dışavurumu.





http://www.youtube.com/watch?v=oDVsIvvFtcs favit'te oku