27 Ekim 2009 Salı

Yarın oldu kardeşim!?

Abilerim ablalarım elimde bir adet blog var, hor gördüm bir aralar, pek ilgilenemedim, blog küstü, dünya küstü, baktım bir ara Bloxoo da küstü.

Sonra ben kendime geldim, tekrardan birşeyler yazayım eften püften, diş kovuğunu doldurmaz laflar edeyim falan filan derken Bloxoo kardeşle aramız tekrardan düzeldi.

Öylesine ki, bugüne beni günü blogu ilan bile etmişler. Beni değil tabi, karadamarı :) Neyse işte.
Herşey çok güzel de bir screenshot alamamışlar mı, yoksa hani biz sana küstük bir aralar, haberin olsun diye mi "en kısa zamanda güncelliyoruz" demişler?!

Yarın oldu bile!

P.S: Yazı dili ve tonu tamamen şaka yolludur. Yanlış anlaşılmasın ya da anlaşılsın, bazen yanlış anlaşılmalar daha düzgün meallere yöneltebiliyor. favit'te oku

25 Ekim 2009 Pazar

Oh non, rien de rien



Uzun süredir beklenen Rammstein albümü geldi.

Albümün adı, Liebe Ist Für Alle Da [There is love for everyone].

Single parçası olan ve klibiyle sansasyon yaratan Pussy'yi dinledikten sonra oldukça soğumuştum ve beklentilerimi minimuma indirmiştim fakat geçen gün albümü dinlemek istedim. Aksi zaten Rammstein'a tarafımca edilmiş bir ayıp olurdu.

Genel anlamda beni pek tatmin etmedi LIFAD ancak bu yazı da zaten bu albümü review yapma amacı gütmüyor. Yakında onu da yaparım.

Asıl bahsetmek istediğim beni fazlaca etkileyen Frühling in Paris [Paris'te ilkbahar]. Şarkı sözleri her zamanki gibi Rammstein lirikliğinde (her ne demekse artık).

Sözlerin arkasında yatan "derin" anlamı henüz çözebilmiş değilim ancak parçanın nakarat kısmını oluşturan "Oh non, rien de rien, Oh non, je ne regrete rien" dizelerinin aslında bir Edith Piaf şarkısından alıntı olduğunu öğrendiğimde Rammstein hayranlığım bir nebze daha katlandı. Aslında-bunu-benim-düşünmem-gerekirdi kıskançlığı kavradı her tarafımı.

Aşağıda, yeni albümün şerefine, şarkının üzerinde dört saat kafa patlatmış ve piyano bölümlerine eşlik ederek kaydetmiş bir Rammstein hastasının videosunu bulacaksınız. Albüm versiyonundan ayrı başka bir sevdim bu yorumu, sanki o Fransız melankolisini daha da bir güçlendiriyor.



http://www.youtube.com/watch?v=0N5Av2FY914

Paris'te ilkbaharın (asıl) mealini çözebilmiş değilim. Almanca bilip de derinliğini çözen arkadaşlar varsa lütfen bir adım öne çıksınlar ki ben de aydınlanayım. Sadece şarkıdan etkilenip, şuursuzca dinlemek bir noktadan sonra yetmemeye başlıyor zira :)


Bir de o güzel nakarata - belki de şarkının duygusunun - esin kaynağı olan ablayı dinleyelim:



http://www.youtube.com/watch?v=lYF6j9sgXVA favit'te oku

20 Ekim 2009 Salı

Romalı perişan


Benim neredeyse hiç karşılaşmadığım bir gruptan bahsetmek istiyorum.

Deneysel müziğin üç aşağı beş yukarı ne olduğunu hemen hemen herkes bilir. Ancak bu bahsedeceğim Lüksemburg'lu neo-fedailer bambaşka.

Öncelikle, Rome'un karanlık ve kasvetli bir havası olduğundan bahsedip uyarayım. Sonradan, bu Besimi övüp övüp duruyor, depresyonlardan depresyon beğeniyoruz şeklinde durumlar çıkmasın :)

Ambiyans havasının koyusunu hayal et sevgili kardeşim, bacım sen de düşün böyle arkafondan hafiften şanson ezgileri geliyor, bakkal amca da böyle en folk'undan bir saz dinletisi açmış olsun. Bunun üzerine, üniversite üçüncü sınıf öğrencimiz dışardan son derece yıkıcı, apokaliptik şiirler yazıyor olsun, ancak yazdığı mısraların ötesinde bir umut ışığı olsun. O umut ışığının sönmemesine ufaktan da olsa kemanıyla yardımcı olan bir de konservatuar öğrencisi olsun.
Bu türde bir harman düşünebilen varsa beri gelsin!

İşte neo-folk, post-industrial gibi kalıplara sığdırılan Rome buna benzer bir karmayla karşımıza çıkıyor. Grup, tek kişilik bir Jerome Reuter projesi iken arkadaşı Patrick Damiani'nin katılımıyla yaratıcılıklarına daha da bir güç katıyor.

Yazının başında bahsettiğim karamsarlık ve hüzün temasının ötesinde, umut ışığı gören bir silüet var. Jerome Reuter'in yazıp söylediği şarkıların şiirselliği, tonu ve mesajı tamamen insanlığın halihazırda bulunduğu çöküş ve içten içe kendini yoketme haline birer gönderme.

Basit bir yerginin ötesinde, insanlığın kendini aşmaktan ve bir kereye mahsus ancak tamamen gelecek nesillerin iyiliği adına yapılacak gönüllü ve kontrollü bir yokoluş sunuyor. Fazladan doğruculuk var aslında Rome'da.

Bırak evreni, kendisini bile tanımaktan çekinen bu insanoğluna Jerome Reuter'in teklifi, gel hep beraber, eksiğiyle fazlasıyla hepimiz küllerimizden yeni bir "biz" oluşturmak için kendimizi feda edelim. Biraz ekstrem, biraz kamikaze vari istek ve idealler gibi gelse de kulağa, tamamen insanca ve içten duygulardan oluştuğundan, Rome'un ruhundan şüphe etmek kendi adıma oldukça güç.

Daha önceki iki albümden oluşan iki edit parçanın yer aldığı "To Die Among Strangers" albümünü merak edenlere kesinlikle tavsiye ederim. Özellikle de "Wir Götter Der Stadt" parçasının insanın dimağında bıraktığı o kıyamet sonrası sessizlik ve düzensizliğin rahatlık ve özgüvenle birçok şeyi değiştirmek istiyor insan şu dünyada...




Rome böyle.

Sağlma fikir, sağlam müzikte bulunur! favit'te oku

19 Ekim 2009 Pazartesi

Kan-ter-ses

Dört genç içlerindeki müzik aşkıyla kavrulurken pasif dünleyici durumundan çıkıp "abi biz de birşeyler çalalım" kafasıyla kim ne bulduysa çalmaya başlarlar.

Bu dört gencin kaderi üniversite okudukları yurtdışında bir şekilde birleşir. Kanka vaziyetleri yaratılır, ileride hepsi tıp emekçisi birer doktor olacaktır ancak bu ciddiyet halihazırdaki beğeni ve tercihlerini niye etkilesindir.

İşte bu gençlerle oturup sohbet ederken, biramızı yudumlarken "abi biz grup kurduk, stüdyoya girdik" şeklinde bana aktarılınca ben de manyakça gaza geldim. Daha önceden, ev stüdyosu gibi bir ortamda birkaç vokal ve basmakalıp bas denemelerim olmuştu fakat stüdyo provası deyince bambaşka oldum.

Ben de biraların sayısının fazlalığından olsa gerek, eh ben de gelip vokal yapayım madem, şeklinde biraz da emrivaki bir edayla öneride bulundum. Kuruldan olumlu kararla önerim kabul edildi.

Bülent (bateri), The Goat (bas), Fehim (gitar) ve Faik Can (gitar)'dan oluşan kadroya damdan düşer gibi ben de sesim(!)le katıldım.



Ahan da kavırladığımız parçanın orijinali. Aslında, kayıt yapmak şarttı fakat herkeste bir heyecan (ben dahil) o yüzden önünüze birşey sunamamın nedeni kayıt işini daha sonraya bırakmamızdan oldu.

Şöyle söyleyeyim, Mille'nin vahşiliğini yakaladım (en azından bana öyle geldi) ancak çok daha alçak tonlarda tabi ki.

Judas'tan o meşhur parçayı da birkaç defa denedik. Yok, Halford'un sesinden çıkan notalarla birşey söyleyemeyeceğimi anladım.

Zaten, Kreator'ın Phobia'sı yeterince gazdı ve tarz olarak bana hiç de uzak değildi.

Böyle işte.

Sağlıcakla!

P.S: Hafiften tekrar yazmaya mı ısınıyorum nedir!? :) favit'te oku

13 Ağustos 2009 Perşembe

Takıntı adam olmak

Birşey hoşuma gittiği anda neden müptelası olmak zorundayım.

İnsan, winamp shuffle özelliğini hiç mi kullanmaz?!?

Yazık valla, acımaya başladım kendime. Kaç günden beri dinlediğim topu topu 2 parça var.

Biri de şu aşağıdaki. Nedense elim hep o şarkıya gidiyor...



Sevgi - nefret, birliktelik - ayrılık hepsi içiçe.

Belki de Korn'un tam da olgunlaşamayan duygusu hoşuma gidiyordur.

Kim bile... favit'te oku

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Besimi de değişti

Nedir bu müzik takıntısı?!?!

Yeter beaa... Artık herşeyi dinliyorum kardeşim.

Yabancı memleketleri gezdim gördüm özüme döndüm.

Yeni bir tarikat kurup halk ezgilerimizin yüklü olduğu elektronik müzik eşliğinde ayinler düzenleyeceğim.

Geri kalan herşey yalan!



Şu derecede bir kurt dökme seviyesine ulaşamadım hiçbir zaman.

Kıskandım cidden!!!



Dipnot: Yazarın görüşleri, sitenin müzik ve hayat politikasını yansıtmayabilir. favit'te oku

14 Temmuz 2009 Salı

Dream fest '09


Uzun süredir ihmal ettiğim yazma işini hafiften telafi etmeye karar vermiş durumdayım.

Üzerinden on gün kadar bir süre geçmiş olsa da etkisi hala üzerimde dolanan bir konser var.

Her yıl, Varna'nın Kavarna ilçesinde rock festivali düzenlenir, Kaliakra Rock Fest. July morning adı da verilen bu organizasyon haziran ayının ilk günü başlar. Genelde, Bulgarlar'ın zevki hard rock, heavy metal yönünde olduğundan yeni ve daha güncel müzik gruplarına bu festivalde rastlamak oldukça zor.

Anlaşılacağı üzere, bizim Rock'n Coke olayının bir adım ötesi bu. Neden mi? Çünkü, Türk rock (alternatif ve bilumum türevler de dahil olmak üzere) dinleyicisi cahildir. Alişan dinlerken aniden Kurban dinlemeye, Pentagram tişörtleriyle gezmeye başlamış ve müzikal evrimini bu şekilde tamamlayamayacağını anlamamıştır bile.

Konuyu dağıtmadan festivalden konser izlenimlerime geçeyim.

Dediğim gibi 3 günlük festivalin 3 büyük de konuğu oluyor genelde. Bu sene, görmeye değer adam akıllı grup olarak tek bir Dream Theater vardı.

İlk gün Mötley Crue vardı. Hani şu bateristi Pamela Anderson'ın eski şeysi olan glam rock mı desem yoksa sadece glam olan grup mu desem...

İkinci günün devasa(!) konuğu Scorpions! İyi, güzel, onları da dinlemişizdir bir aralar elbette ancak 34 yıl boyunca da aynı müziği yapamazsın ki kardeşim. 34'ü bir tarafımdan uydurdum ama gerçeğe yakın bir rakam.

Aslında, Dream Theater konusunda da çok şüpheciydim çünkü 2007 İstanbul konserinde hafiften hayal kırıklığına uğratmışlardı beni. Özellikle de o yıl çıkardıkları Systematic Chaos albümü ikinci bir Metallica vakasının habercisiydi sanki.

Konser alanı, Kavarna'nın herhalde tek olan stadyumunda yapıldı. Büyük bir dinleyici güruhu kasaba merkezinden stadın olduğu alana anlaşmış gibi beraber yürüyordu. Klasik metal konser sahnelerinin aksine Dream Theater'ın topladığı dinleyici kitlesi çok farklı kesimlerden geliyordu. 50 yaş üzeri çocuklarıyla gelmiş, 18 yaş altı Slipknot tişörtlerini giymiş, bu türde müzikten zerre kadar anlamayan kadınlar kızlar sırf merakından atlamış gelmiş. Vee tabi ki, stadın orta yerinde kalıp sağlamlığındaki DT kök dinleyicisi!

Işık düzeninden tut, sahnenin kurulumuna kadar herşey oldukça yerindeydi. Pogo yapılmayacağını hissettim ve çok fazla önlere gitmenin anlamı olmadığına karar verdim. Bira kuyruğuna girdim 3 bira kaptım geldim yerime.




Başlangıç tam anlamıyla harikaydı. Images and Words albümüyle başlıyordu. Aynı ruhta da devam etti. Fakat, tabi ki yeni albümden de birşeyler çalmaları gerekliydi. Yanılmıyorsam yeni albüm Black Clouds & Silver Linings'ten de 2 parça çaldılar.

Ancak benim konserde kopma noktam ta ki Awake'ten Erotomania serisi başlayana dek bir türlü gelememişti. Enstrumantal Erotomania'nın hemen hemen her notasını resmen ezbere biliyordum. Canlı canlı dinlemek inanılmaz bir keyifti. Onu takip eden Voices ise Erotomania'nın devamı olan biraz daha panik-atak daha depresif parça. Bu bahsettiğim özellikler tamamen olumlu manalarıyla algılanmalı :)

Herhalde Awake albümüne karşı özel bir sevgim olduğundan mıdır konserin tamamını Awake'ten çalsınlar istedim fakat 2 sıkı parça da bu isteğimi tatmin etmeye yetti.

Dream Theater, Kevin Moore'un eksikliğine ve James LaBrie'nin vokallerine rağmen inanılmaz güzeldi. O konserden aldığım gaz beni hala itekliyorsa daha ne diyeyim.

Bu dönem konser dönemi. Ağustos'ta da Faith No More'un gelmesi bekleniyor. Yine başka bir festival bu da. The Prodigy'nin de geleceği söylentiler arasında ama bakalım.

Dreat Theater'dan yana gördüklerim bunlar. Tabi konser öncesi ve sonrası güneş, deniz, kum üçlüsünden bahsetmiyorum.

Orası da bana kalsın. favit'te oku

19 Haziran 2009 Cuma

Toprak Ana

Şu günlerde Rammstein'dan başka birşey girmese de kulağıma, arayı soğuttuğum Tiamat belirdi hatıralarımın önünde aniden.

'9o ortalarına gelinmeden, adı Rock Kazanı olan saman kağıdına basılı, az renkli, bol içerikli bir dergi vardı. O zamanlar o dergide okuduğumuz yazılar bize zengin gelirdi. Cahildik, bilgisizdik ve müzik hissiyatımız o kadar gelişmemişti henüz fakat öğrenme çabası içindeydik. Biz diyorum çünkü ufak bir metalci tayfaydık. O zamanlar metalci olmak güzeldi, rockçı-metalci etiketlerini seviyordum üstüne üstlük.

Neyse. İlerleyen yıllarda Non Serviam dergisiyle tanıştık. Daha bir dolu içerik, kaliteli baskı formatında, posterli filan bildiğimiz standartlara uygun bir dergiydi. Tiamat'la da tanışmam aynı yıllara denk düşer yanılmıyorsam. Wildhoney albümünün heryerde bolca reklamı çıkıyordu. Century Media adlı plak şirketi, bir sürü grubu pompalıyordu o yıllarda. Mainstream grupların promosyonunda Türkiye'de de bu tür dergilerle çok başarılıydılar.

Tiamat'la tanışmam da bu dergilerden biri aracılığıyla olmuş olsa gerek. Önce TV kanallarının birinde Gaia'nın klibine rastladığımı hatırlıyorum. Çok yavan bir müzik ve soyut bir görsellik olarak algılamıştım ilk izlenimlerimde. Albümü edindiğimde, kendimi dünya ve paralel evrenin ortasında bir yerde bulmuştum.

Fakat o his öylesine güçlü ki, dinleyeni dünyadan koparmıyor tam tersine seni oraya bağlıyor ancak, etrafımızda da neler olup bittiğini görme imkanına ulaşıyorsun.



http://www.youtube.com/watch?v=B9n8fAKLOFs

Dipnot: Dergilerden bahsetmeye başladığımda İstanbul'da halen sakladığım dergi, fanzin, bilumum mecmualarlar ilgili derin bir yazı dizisi yapılabilir. İstanbul'a ulaşır ulaşmaz yapacağım ilk iş. favit'te oku

18 Haziran 2009 Perşembe

Old Testament mi, New Testament mi?



Hristiyanlık olarak bildiğimiz dinin kitap üzerindeki temeli Yeni Ahit'e dayanır. Yeni Ahit, İsa'nın eskisinde eksikler görüp ilaveler yapması yoluyla ortaya çıkan kitaptır. İlaveler, cepten de çıkmış olabilir vahiyle de ışınlanmış olabilir.

Asıl mesele, İncil'i elinize aldığınızda iki kitaptan oluşan bir ürün görüyorsunuz. Şimdi, Museviler Tevrat bizimdir bizim kalacak diyor. Diğer taraftan Hz. İsa, Eski Ahit'i de Hristiyanlar'ın muhafazası altına yerleştirmiştir. Bana sorsanız ne yenisi ne de eskisini seçerim.

Fakat, The Testament deyince eski hallerini bir hatırlarım ki o adamlarla birlikte mainstream thrash dinlemeye başlamıştım.

Yeni halleri olduğunu duydum. Konserler vermeye başlamışlar. Bu tür durumlar bende paranoya uyandırır. Hep bir şüpheyle yaklaşırım eskiden iyi birşeyler ortaya çıkarmış ve fakat daha sonradan da köşesine çekilmiş, sakin bir hayatı tercih etmiş amcaların aniden "biz geldiiik!!!" edasıyla Amerikanvari doğum günü sürprizi şeklinde ortaya çıkmalarına.

O yüzden The old Testament'a sadık kalıp The Ritual albümünden Return to Serenity gibi acı-tatlımsı parça o eski ruhu korumaya yarar.

favit'te oku

4 Haziran 2009 Perşembe

Güneşin gölgesinde

Sana da oldu mu hiç?

Yaz ortasında güneşin altında üşürsün. Fakat öyle basit bir üşüme değildir seni kaplayan. Gün ışığı fazla ağır gelir. Gözlerini yakar.

Uyanmak istemezsin. Oysa, beynine nüfüz etmeye çalışan güneş ışınları, içindeki kara noktaları tek tek yok etmeye taliptir.

Yüreğin Melkor iken, içindeki karşı herşeye karşı koyma arzusu seni Morgoth'a çoktan dönüştürmüştür bile.

Karanlık daha tatlıdır. Daha fazla ıstırap demektir belki de. Fakat kendini de karanlıkta en iyi keşfedersin.

Endişeye mahal yok. Tamamen bir ruh sıkılması durumu ve Summoning'in hissettirdikleri üzerine yazdım bunları.

Summoning - Like some snow-white marble eyes



http://www.youtube.com/watch?v=jz5j-FV4sg8 favit'te oku

3 Haziran 2009 Çarşamba

Heil ahbap, meine Führer!


Her ne kadar da poptu, hiphoptu, hippoptu, çalgaydı (bulgar pop-folk), türk pop, türkRraktan hazzetmesem de şu aşağıda gördüğünüz çalışma beni baya bi eğlendirdi.

Führer'i ressam bilirdik, meğersem yaşasaymış belki de sorunsuz halde renklilerle de anlaşacaktı :p ufak çapta bir teori sadece. Anlamlı mı, hayır değil!



Nereden buldum bunu diye merak edenlere hemen kaynağın urelesini de vereyim :))

Al!
favit'te oku

1 Haziran 2009 Pazartesi

Koka kola, wunderbar und ich hab' keine lust!

Genelde bir grubu uzun süre dinler. İlk başlarda çok eğlenirim. İlerleyen dönemlerde farklı açılar yakalamaya, keşfetmeye başlarım.

Fakat mutlaka bir an gelir, tamam yeter artık, değişik birşeyler dinlesem fena etmem kıvamına gelirim.

Fakat Rammstein adında bir istisna var. Tüm albümgrafiyi dinler dinler başa alırım. Sonra baktım gına gelmeye mi başlıyor bu sefer de videolarını, canlı performanslarını, konser şovlarını izlemeye koyulurum.

Bugünün de böyle bir yönü oldu. En son belki de 1 sene önce izlediğim Keine Lust klibini hatırladım. Sağolsunlar, aşinası olduğum deylimoşında buldum hemen.

Klipte kullanılar kostümdü, makyajdı oralara değinebilecek teknik altyapıya sahip olmadığımdan gördüğüm kadarına gireceğim. Şimdi parçamız hüzünlü mü, popşovlarda dendiği gibi hareketli mi yoksa, cıvıl cıvıl kıpır kıpır mı kim ayırt eder!? Seda Sayan'a sorsak bu ne be, ablam bu müzikler cehenneme boylar bizi dercesine bir feryat basar ve hemen bir sonraki nikahlısına koşar. Korkudan da olabilir az(g)ınlık olmaktan da.

Müslüm baba der ki, bence; Yahu, karrdeşim bunlar da gerekli. Gençler uğraşmış, bir sanatt esserri orrtaya koymuş, saygı duymak gerek.

Bunların hepsi çok yerinde ve gerekli yorumlar olur tabi de ben yine de onların yorumlarını pişmiş aşa katmadan diyeyim ki bu denli bir yaratıcılık, söyleyeceğini dolambaçlı yollardan (hem de Almanca olarak) söyleyen ve güncelliğini kaybetmeyen bir müzikal ziyafetten öte sanatsal bir şova çeviren başka kim vardır?

Daha önce şurada Stripped yorumuna çektikleri klibi savunurken arkasındaki görsel öğeleri bir araya getirirken ortaya çıkardıkları estetikten bahsetmeyi unuttuysam eğer şimdi bu bahaneyle bahsetmiş olayım.

Çok zaman Rammstein şovları ve şarkıları müstehcen bulunur, Batı taklitçisi toplumun yenik düştüğü çürümüşlüğün bir parçası olarak da görülebilir muhafazakarlar tarafından. Ancak, Rammstein'ın kullandığı hiciv örneklerine bakarak gönül rahatlığıyla kendilerinin de azımsanmayacak derecede muhafazakar (olumlu yönde), daha çok batı kültürü diye tabir edilen oluşumun tükenişini kutladıklarını hissediyorum.

Bu daha çok, basacak olan yeni değerler dünyası sistemine yapılan bir ön hazırlık olarak da görülebilir. Kısacası, hepimizin Amerika'da yaşadığı bir dünya yavaştan etkisini daha farklı ve daha gerçekçi yarınlara bırakmakta. Amerika bile aslında Amerika'da yaşamıyor artık...!!!!


favit'te oku

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Arama sonuçlarında iğneli kirpi çıktı



Google'da biri besim taraması yapmış. Benim siteye gelmiş bir şekilde.

Ben de merak ettim besim yazınca ne çıkıyo bakayım dedim.

ismididikle isimli bir isim portalına denk geldim. Kendi adımla ilgili ayrıntılar verdi bana, kısa istatistiki bilgilerle. İlginç ve eğlenceli. Ama o kadar sadece. Öyle bir derinliği olduğunu söyleyemem :))

Şurası ilginç mesela:

- Besim, Türkiye'de en çok kullanılan 905. isimmiş!
- Ülkemizde 7362 kişiden biri Besim'miş. Yaw, ben de istisnalardan olduğumu sanıyordum :D
- Mayıs 2009 itibariyle 10, 116 kişinin ismi Besim'miş. Yani, kendimi zannetiğim kadar özel biri değilmişim. Alışmak gerek :P
- Tahminlere göre de Besim isimli şahıslar yılda ortalama 166 kişilik bir artış gösteriyormuş =-o

Bir daha düşündüğümde, bu ismi göğüsleme işi belki de tek başına olsaydım bu kadar kolay olmayabilirdi... Bomboş bir gezegen'de yalnız olmak gibi birşey. Ya da onun fobisi bile yeter!!!

Gezegen ve korku demişken Porcupine Tree'yi şu ana kadar dinlememiş fakat deneysel olan ve kalıplara fazla sığmayan bir heavy/rock/roll/hafiften de metal türündeki örnekleri merak eden herkese tavsiye ederim.

favit'te oku

26 Mayıs 2009 Salı

Bir Haftasonu ve Hayatın Evreleri

Haftasonunu dolu dolu geçirdim diyebilirim.

Son zamanlarda beyne eklendikçe eklenen yorgunluğu atabildim yani.

Güzel bir cumartesi günü basketbolu, ardından ayran, bira ve upsarin eşliğinde bir keyif çatma ile günün nasıl geçtiğini anlayamıyorsun. Basketbolu da son zamanlarda yeniden keşfeder oldum. Doğru kişilerle oynandığında herşeyden daha çok rahatlatıcı bir aktiviteye dönüşebilir.

Cumartesi günü böyle, gecesi bir arkadaşın bahçede mangal partisi var abi gelir misin demesiyle belli olmuştu :)
Sabah saatlerine kadar oturduk, sohbet, daha çok şamata... Bir de Türk ortamında sürekli bir geyik havası olur, nereye de gitseniz olur. Bizimkinde de pek farklı değildi.

Muhabbete lafım yok. Beni bozan çevirilen geyiklerden çok çalınan müzikti. Nedense bir yerde çalan notalar kulağımın aşina olduğu kalıpların dışında ve benim girilmez bölgeler olarak işaretlediğim türden ise işte o zaman ya çok sıkı bir sohbete ihtiyaç duyarım ya da orada işim kalmaz zaten.

Evin bahçesi tam benim mood notalarına uygundu aslında fakat kim olduğunu ayırt edemediğim arabeskler açıldı ve herkes tüm şarkıları mı ezbere bilir kardeşim. Meraktan sordum, Hakan Altun diye biriymiş. Bari dedim, halk müziği tarzında birşeyler çalın, içim dışım garden fantezi oldu çıktı :D

Allahtan, Sofya Elçiliği'nde çalışan bizden yaşça büyük bir abimiz var o da bana destek çıktı ve en azından halk müziğinin güzel örneklerine geçilebildi. Çok da büyüttüğüm meseleler değil aslında fakat üzülüyorum yurdum gençlerimin bir Deep Purple, bir Whitesnake bile dinlemeden Duman'a rock/metal demelerine ve kendilerini "rock da dinlerim, herşeyi dinlerim ben aaağğbiii" sınıfına yerleştirip her kapıyı açık bırakma çabalarına.

Sen yine herşeyi dinle ama en azından farkında ol. Farkındalık, bilgiyi ve bilginin kullanımını da arttırır. Herneyse...

Pazar gününün de bir sorumluluğu vardı üzerimde. Üniversite yurdunda aynı daireyi paylaştığım arkadaşım Pavel'i geçtiğimiz yaz evlendirdik. Artık, dünyalar güzeli 2 aylık bir de kızları var. Pazar, erkenden kalktım, o güzel kıza birkaç hediye ve annesine de bir saksı çiçeği beğendim. Sofya'dan 30 km. uzaktaki Pernik'e onları görmeye gittim. Gayet keyifli geçirilen birkaç saatin sonunda Sofya yolunu tuttum. Aklımda, eski yurt günlerimizin hatıraları ve yaşlanmakla ilgili ileri geri düşünceler gitti geldi.

Ancak, bu derin(!) düşünceler yerini hemen anlık sinire bıraktı yerini. Öylesine bir trafik sıkışıklığı bekliyordu ki beni, henüz haberim bile yoktu. Olayın ciddiyetini anladıktan sonra hemen çalan müziği değiştirdim. Taktığım CD'den Moonspell albümlerinin hemen hemen tamamı çıktı. Moonspell'i özlediğimi anladım hemen.

Wolfheart albümüyle büyüdüm, geliştim. Sin/Pecado ile oldunluğa erişmeye başladığımı hissettim. Şimdi de Memorial albümüyle her iki dönemin ortalamasını alan bir edayla hem birçok şeye biraz yukarıdan bakabildiğimi hem de aşağıda gençlerle kafa sallayıp pogoya katılmak istediğimi görebildim. Geçiş döneminde miyim neyim!?

Herhalde! Fakat önemli olan, müzikten o eski tadı hala alabilmem ve daha uzun seneler alacak olduğumu hissetmem.

Moonspell'in Finisterra'sıyla baş başa bırakıyorum!

favit'te oku

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Dinleme de yanında yat

Son günlerde, başka hiçbir şey dinleyemez buldum kendimi.

Prodigy, daha önce bahsettiğim son albümünü çıkardığından beridir kendimi Profigy esaretinde buldum.

Reggae, rasta veya haiti grooves (bunu bi tarafımdan uyduruyorum şu an) tarzı müziklerden pek hazzetmem belli başlı örnekler haricinde.

Altta, bazılarınızın beyaz bir pencere olarak gördüğü parça Thunder'ın videosu. Patois aksağanıyla söylenmiş bir sample nakarat bölümü ve dolu dolu beat'li (bitli olur mu acaba:P) eğlenceli, hatta düşündürücü bir parça diyebiliriz.

Tam bir club hiti, yazın bol yumurtalı, fazlaca sucuklu gazı biberi bir parça.....

O çoğu zaman, bozuk İngilizce ile Afrika şiveleri karışımı, tatsız gelen Patwa bile o kadar uyumlu durmuş ki parçada.

Prodigy'ye bir kez daha selammm..!!!



http://www.youtube.com/watch?v=l0uAsHKiR-c favit'te oku

12 Mayıs 2009 Salı

Censors Must Die


Prodigy vardı benim tineyc dönemlerimde. Fazlasınca haşarı, yerinde duramayan bir o kadar da özenti bir topluluk olarak varlardı benim gözümde. O devirlere göre, benim kaldırabileceğimden fazlaca uçuk bir çizgileri olduğundan olsa gerek beni çok fazla çekmemişlerdir.

Oysa biri çıkıp deseydi ki, bunlar İngilizdir, normaldir, hor görme güzel kardeşlerini... Anlardım, hatta saygıyla karşılardım :))

Üniversite yıllarının parti müzikleri ve counter-strike oda turnuvalarının vazgeçilmez fon müziği haline geldi Prodigy daha sonra. Yaşlandıkça da (bkz. 9 mayıstan beri 1 yaş daha olgunlaştım :puaha) gençliğimi hatırlatan eğlenceli, yarı-karanlık, tekno müziğe dönüştü.

Aslında Prodigy'nin farklı tarafı tek bir tür tanımıyla yetinemeyecek olmanızdır. House, hip-hop, elektronun allahı, popun yandan yemişi, drum&bass'e göndermeler, acid techno-rave'e giriş çıkışlarla tam anlamıyla ilahi bir pornografi gibidir Prodigy.

Taptaze yayınladıkları "Invaders Must Die" albümünü dinliyorum bugün.
İlk üç parça öylesine manyak ki, albümü sevmeme imkanına sahip değilim. Albümle aynı ismi taşıyan parça, değişik bass girişe sahip klasik brit ezgileriyle giriyor. Beat'lerden de aslında Prodigy olduğunu anlayamıyorum ilk başta. Fakat Omen ve Thunder'daki havayla karmakarışık, günlük güleçlik havanın tozunu dumanına katıp, ufaktan yağmur yağdıran ve ortalığa sırf eğlence olsun diye çamura boğan bir atmosfer yakalıyorum. Dans etmesini sevmeyen bendeniz, zıplayası bir ruh haline giriyorum resmen....

It's an omeeeennn....

I hear thunder, but there's no rain.....

Öyle böyle değil, hakikaten çok sıkı ve olgun bir albüm ortaya çıkarmışlar Essex menşeili grup.

Bir de unutmadan Warrior's Dance adlı parçanın sample'ına yakından dikiz derim... Müthiş!!!

P.S: Her zaman yaptığım gibi güzel de bir klip koymayı düşünğyordum bu yazıya. Dailymotion'ı da yasaklayan yurdum robotlarına bir beden büyük gelir diye kendi kısmi yayın özgürlüğümü sınırlıyorum.

Video mideo yok kardeşim...

Neyi, hangisini engelleyeceğinizi düşünüyor ve bulamıyorsanız yazın bana. Kapsamlı bir liste çıkarmaya çalışırım. favit'te oku

8 Mayıs 2009 Cuma

Sorunlu Sakız Terapisi?


İşin gücün kattığı stresten kurtulmanın kaçışıyla yaptığım yaklaşık bir haftalık tatil rehavetinden kurtulmuşken ve de kendimi yeniden notalı dalgalara kaptırmışken Therapy? aklıma geldi. Gençlik yıllarımı derinden etkileyen bir grup. sLn'in de teşhisini koyduğu, bendeki boşvermişliği apatetik yapıyı oluşturanlardan biri de bu K. İrlanda fırlamalarıdır belki de.

Alt beyne yerleşmiş, bilgisayar solucanları gibi içten içe beni kemiren ve kendilerine bağlı kıldıran haldeyim sanki. Özellikle de Troublegum albümleri bence geçtiğimiz yüzyılın en iyi 50 albümü arasında yerini almalı kanaatimce.

Albümün ilk parçası Knives'tan son parçaya kadar soluksuz bir alternatif/indie/punk/thrash bileşkesinden oluşan Therapy? enerjisi. Bu enerjinin içerisine dahil edildiğini hissettiğim, olgunlaşmanın getirdiği bir boşluk draması ve dramatik atmosferin pompaladığı hissiyatsızlık hali var sanki 1994 Troublegum'ında.

Şüphelendiğim nokta, bu halin Andy Cairns'ten kaynaklandığı yönünde. Daha sonraki dönemlerinde hit haline gelen Diane parçasında bile depresif yapıya ilaveten ataçlanan tahrip edici ruh hali de eklenmiştir. Kuzey havasının iç açıcı olmayan atmosferi ile kişisel yaşantıların birikiminden ortaya çıkan bir tablo olsa gerek.

İndie'nin yapısında olan karamsarlık diğer türlerin de katılımıyla agresif bir şekil alabiliyor Therapy?'nin dışavurumu.





http://www.youtube.com/watch?v=oDVsIvvFtcs favit'te oku

29 Nisan 2009 Çarşamba

Alt-dünyanın Sazları


Herkesin çeşitli bilgi kaynakları vardır eminim. Benim müzik kaynaklarım oldukça kısıtlı. Daha doğrusu bunun böyle olmasını ben istediğimden dolayı kısıtlı. Yaratıcı müzisyenler böyle bir yol izler aslında. Bir Erkin Koray mesela, başkalarının eserlerini çok az dinleyen birisi, belki de hiç kulak kabartmıyordur. Bendeki, tamamen kulak zevkimi müzikal çorbalarla karıştırıp önüme her sunulanı yememek açısından. Yoksa, müzik konusunda obur bir kişiliğimdir. Maksat maymun iştahlılığı yok etmek.

Twitter sağolsun beni yeni gruplarla tanıştırıyor. Bizim ofisten çalışma arkadaşım Radu bir link gönderdi, "bu grubu bence sen beğenirsin" diyerek. Açtım dinledim biraz. Liberal, uydurmaca, hiçbir kalıba uymayan çorba misali birşeye benzettim ya da benzetemedim. Çok az kişiye müzik hissiyatı ve zevki konusunda güvendiğimden de oluyor bu aslında. Netten, yasal olmayan bir şekilde torrentlerden bulduğum ve indirdiğim tam tamına üç albümü de baştan sona dinlediğimde kafamdaki Vasarat resmi tamamen değişti. Demek ki, Twitter'dan da olsa hayatta birçok şeye, sabır gösterebildiğinden biraz daha fazla şans vermek gerekiyor.

İşte böylece son zamanlarda bıkmadan yorulmadan kulağımdan eksik etmediğim Alamaailman Vasarat'ı tanıtmak artık farz oldu.
Enstrümantal müzik sever misiniz? Peki ya yaylı çalgıları? Zaten bu siteye ulaşmışsan içinde ufacık bir rock kırıntısı vardır, onu sormayayım bari :))
İçinde hafiften korku öğesi barındıran, orkestrasyonu çok düzgün bir piyano, üflemeliler ve yaylılardan oluşan rock/caz/metal/füzyon ordusu düşünün. İşte bu anlatmaya çalıştıklarım (ve tabi çok daha fazlası) Yeraltının Çekiçleri'nde mevcut. Vikipedi sağolsun, Fince olduğunu tahmin ettiğim isimlerinin anlamını da çözdüm.

Finlandiya'lı grubumuzun yelpazesine dahil ettiği çingene müziği, balkan havası, ortadoğu ve yahudi ezgileri de sahip oldukları müzikal ve kültürel zenginliğin sadece bir parçası olsa gerek. Parçalara çektikleri videolar kısa metrajlı siyah-beyaz film tadında, sosyal içerikli, tarihe ve geçmişin yaşattığı bazı zorluklara da tepkili sanki. Bodoslama çekici vurmak değil ama niyetleri. Lafım anlayana hesabı bir mesaj kaygısı var sadece.



http://www.youtube.com/watch?v=I-PlKlsOdZA

Bu parçayla çok ufak da olsa bir fikir sahibi olunabilir ancak albümlerinin üçü de birbirinden muhteşem. favit'te oku

23 Nisan 2009 Perşembe

Hergün seni anacağım, inan!!



Kaseti İstanbul'da bir yerlerde durur hala.

Türk rock gruplarının kıt, benimse herşeyden anlarmışçasına seçiciliğimden dolayı istisnai olarak dinlediğim AnkaraDr.Skull geldi aklıma akşam. Hershey Yolunda albümünü ne kadar da aradıysam CD formatında bulmakta çok zorlandım. Sonuç olarak da bulamadım.

Ankara Tabipler Odası tarafından onaylı diplomalı doktorlar diye bildik hep Dr.Skull'ı. Sosyal mesajları, yaratıcı şarkı sözleri, çevreci duyarlılıkla tanıdım bu Ankaralıları. Fakat, nedense aniden kayboluverdiler ortalıklardan ya da ben takip edemedim (ben edememişimdir kesin).

Aklımda kalan birkaç şarkısı ve bulabildiğim "Sen" adlı parça.

Evet, sen'e karşı duyulan bir sevdanın şarkısı ve o yoğun aşkın özgün dışavurumu... :)



http://www.youtube.com/watch?v=vt-VLya7PM0 favit'te oku

22 Nisan 2009 Çarşamba

Do you think we should be closer?

İnsanın muhtemel geçmişleri diye bir olgu var mıdır?
Eğer Pink Floyd'un gözlükleri, hissiyatı ve David Gilmour'un sesinden hayatı algılamayı sevdiyseniz ve buna da alıştıysanız, evet böyle bir olgu vardır.

Aslında, Pink Floyd'a da ihtiyacınız yoktur. Ancak, insan tek başına herşeyi anlamlandırabilmek için kendisine yetemeyebiliyor. Hepimizin hayatından bir sürü kişi gelip geçiyor. Kimi kalıcı, kimisi daha az kalıcı, kimisiyse uzun bir süre herşeyimizi işgal edercesine ruhunuzu esir alıyor.

Bu kişilerle o anda geleceğe yönelik geçmiş planlar yapılmadıysa ve daha hafiften alındıysa zamanında bu mevzular Your Possible Pasts sizi geçmişte o güne, ana, dakikaya ya da hatıralar kombinasyonuna geri götürmek için çok güzel bir araç.

Gelip geçenler iyi hoş da. Bir de hemen yanıbaşınızda bulunan, şu anda, şu dakikada muhtemel bir geçmiş hayalleri kurduğunuz kişiler ne olacak?

Muhtemel hiçbirşeyi deneyememişliğin ağırlığı o eskiden hafife alınan hisleri de gün yüzüne çıkarmaz mı?

Çok yakında muhtemel bir cevap bulabilmeyi umuyorum...



http://www.youtube.com/watch?v=cpMbMC_1d5A favit'te oku

15 Nisan 2009 Çarşamba

Sağlam ruh, sağlam bedende ve Siyonizm

Depeche Mode tam anlamıyla tanımazken ve genelde gaylerin müziği olarak tanımlarken bu enfes Stripped parçasını Rammstein'dan dinlemiştim. Son derece başarılı bir performans, bir şarkı nasıl kavırlanır, nasıl böylesine güzel bir giysiye yeni bir ruh yerleştirilir öğretmişti bana Rammstein'ın versiyonu.

İlerleyen yıllarda, DM'yi derinlemesine dinlemeye başlayınca, Martin Gore'u sevmek için illa da gay olma şartı olmadığını öğrendim :) Dave Gahan'ı zaten karizmasından dolayı hep severdim. Neyse, Violator albümlerine olan hastalığımdan bahsetmiştim galiba. Fakat artık hemen hemen üretmiş oldukları ve halen ortaya çıkardıkları yapıtları da çok beğeniyorum. Kendime uygun hitleri kenara ayırıyorum tabi. O ayrı.



Efendim, Rammstein Stripped'i kavırlar ve enfes de bir klip çeker şarkıya. Fakat, çeşitli çevreler klibi sakıncalı bulur. Sakıncalı buldukları noktalara gelince ise, yok Rammstein Nazi Almanyası'na ait görüntüler, övücü materyaller kullanmışlar da böylece Hitler'in yaptıklarını ettiklerini onaylamış olup kendilerini de Nazi ilan etmişlermiş. Son derece alakasız ve siyonizm kokan hareketler bunlar.

Zamanında alınan bazı siyasi ve askeri kararlar yanlıştı diye 2. Dünya Savaşı Almanyası'nın herşeyi mi yanlıştı. Rammstein'ın kullandığı öğeler o devre ait olimpiyat ve atletizm görüntüleridir. Bundan daha güzel bir klip derlemesi olur mu? Son derce orijinal ve yaratıcı bir derleme bana soran olursa.

Nazi rejimi altında yaşayan Alman halkının rejime ve kendilerine olan inancını da yansıtıyor ayrıca. Bunun neresi kötü? Sen halksın. Devlet yetkililerinin yediği haltlardan veya askerin her adımından ömür boyu sorumlu tutulabilir misin? Evet, tutulabilirsin. Sana karşı güçlü bir dünya lobisi varsa neden tutulmayasın.

Diğer yandan DM'nin klibinde ise efsanevi Rus makam aracı Volga'ya gözüm ilişti ve ilerleyen dakikalarda bir baktım ki steyşın model bir Lada Jiguli'yi parçalıyor DM elemanları. Şimdi bu görüntü de güzel. Ancak, Rammstein'ın olaya getirdiği atmosfer ve değişik bakış açısı bambaşka derim yine de.



Bu karşılaştırma güzel oldu!

Görüşlerinizi bekliyorum...:)

Sevgiler.. favit'te oku

14 Nisan 2009 Salı

So, is it raining in your bedroom?

'90 başlarında süratini iyice kavramış bir grunge dalgası vardı. Nirvana belki de bunun sorumlusuydu. Sadece o değil tabi ki. Bir sürü indie pop firması tarafından lanse edilen underground veya gereğinden fazla tanınmış her türlüsü mantar gibi etrafta bitmişti, o garaj sound'unun yerini temiz, ütülü ama yine de yırtık pantalonlar almıştı.

Ben o zamanlar olayı çok fazla idrak edemesem olsa gerek, her çıkan yeni grubu takip etmeye, dinlemeye çalışıyordum. İmaj hiçbirşeydir, susuzluk herşeymiş meğersem!

MTV Türkiye varken eskiden (uzun bir ara yoktu) rock, metal ve alternative müzikte hiç de fena örnekler göstermiyorlardı. O zamanlardan kalma Stone Temple Pilots'ın Core albümüne olan takıntım depreşti geçenlerde. Bugün de ilham aldım bu güçten...

Plush, grunge yapısı ve statik enerjisiyle beni alternative deryalara çekmişti o zamanlar. Şarkı sözlerini anlamlandırdığımda ise bambaşka bir STP ile karşı karşıyaydım.

"And I feel, so much depends on the weather,
So, is it raining in your bedroom?"

Ne demektir bu? Anlayanlar anlamayanlara. İlla ki anlamak da şart değil. Şaire ortaya çıkardığından dolayı saygı da bazen yeterli oluyor. Ama sıkı tüketiciler genelde daha derinlere inmek istiyor. Nerden nereye uzadı yazı. Sorun değil. Maksadım sadece bu parçayı paylaşmak aslında.

Uzun uzadıya müzik tahlillerinden ben de sıkılmaya başladım. Başka bir formül bulmak gerek. Fenasi'nin yaptığına benzemiyor ki bizimkisi, her daim ve herkes için güncel ve çekici bir konu değil müzik!!!

Belki de bana cazip gelen tarafı da budur.... ;)



http://www.youtube.com/watch?v=qIP1hTFbuq4

Enzimlere bölerek dinleyin! \m/ favit'te oku

2 Nisan 2009 Perşembe

Erotik Simya



Korku severleredir bu gönderim.

Özellikle de Bela Lugosi sevenler bilmem okurlar mı bu satırları fakat ben korku temasını notalarda olsun, ekranda olsun her zaman çok sevmişimdir.

Belki de o yüzdendir gotiğe olan ilgim. Karanlık, tekin olmayan ruh halleri, kaçık kişilik bozuklukları ve delirium gibi durumlara sebebiyet veren bir iç dünyası var gotiğin.

Özellikle de Moonspell! İlk dönemlerinde birçok grubun başvurduğu yönteme başvurarak death metalde bir arayışları olur. Tabi ki gotikle mezelenmiş bir death'ten bahsediyorum. Şu anda dinleyenin kulağına ilk demo sound ve tarzı oldukça ilkel gelebilir. Bu noktada da Moonspell kalitesini kendisini devamlı geliştirerek gösterdi zaten. Elektronik'ten de yararlandılar, slow aşk dolu şarkılar da yaptılar ve kendilerini tekrarlar bir monotonlukta bırakmadılar hiçbir zaman.



http://www.youtube.com/watch?v=QPoQXVz3whc

Özellikle Sin/Pecado albümü bence bir devrim niteliğinde. Konsept bütünlüğü bir kenara müzikal altyapı değiştirilip klavyeli çalgılara ağırlık verilip elektroniğin nimetlerinden de dediğim gibi çok güzel faydalanılmış. Bu albümde korku öğeleri ve rahatsız temalara ilaveten bir de şehvet ve derin bir sevda unsurunu eklemişler (arabesk gibi biraz ama öyle yani).

Eurotica'yı ilk duyduğumda bu benim hitim demiştim. Mute konusunda o kadar kati olamadım ilk başlarda. Fakat zamanla müptelası oldum. Son zamanlarda Sin/Pecado'yla uyanıyorum.

yutüpte her iki parçayı da tek bir videoda hoş resimlerle bezeyip koymuşlar. Zaten bu iki parçanın ayrı ayrı dinletilmesi de o bahsettiğim albüm bütülüğünü bozar atardı. favit'te oku

30 Mart 2009 Pazartesi

Mim Bulutu

Esther mimlemiş bu sefer. Mim konusu hayatta öğrendiklerim. Ya da hayatın bana öğrettikleri...

Ne öğrenebilir ki insan hayattan; karşılaşılan zorlukların nasıl olumlu şekilde kendi lehine çevrilmesi ve böyle yoluna devam etmen gerektiğidir herhalde.

Çocukluk yaşlarında (9 yaşına kadar), evde konuştuğumuz ana dilimizden başka bir de Bulgarca öğrenmem gerektiğini gördüm. Türk olduğumu ve bununla da gurur duymam gerektiğini öğrenmem çok uzun sürmedi :) 9 yaşında, aniden Türkiye'ye gidiyoruz dedi annem babam. Sevinmiştim, eğlenceliydi. İstanbul'da yeni tanıştığım kuzenlerim herhangi bir futbol takımını tutmam gerektiğini öğretti bana. Önce Galatasaraylı oldum, sonra Fenerbahçeli. Beşiktaş'ın çok daha düzeyli bir yeri olduğunu anladığımdan beridir de Beşiktaşlıyım evelallah :D

Annem ve babamın yoğun işlerinden dolayı ablamla yaşamayı öğrendim, bir de ablayla kavga etmeyi. Kavgalar da zevkliydi, ta ki kolum kesilene ve hiçbir zaman unutulmayacak bir iz kalana kadar. Aynı dönemde ailemin çektiği maddi sıkıntılardan dolayı da kendimi maddi yönden frenlemeyi ve herşeyi istememeyi öğrendim.

11-12 yaşlarında Pink Floyd, Metallica, Bon Jovi, Deep Purple gibi grupların parçalarından oluşan bir kaset geçti elime (hacılamışımdır belki de biyerden, hatırlamıyorum). O günden sonra müziği algılama şeklim çok değişti. Ortaokulda metal müziği öğrenince de tamam dedim, ben buyum. Aynı ortaokul yıllarında tiyatro nedir, nasıl oynanır, nasıl oynanması gerekir ve nasıl sıçılır bunu bir güzel gördüm.

Seçtiğim lisenin ne kadar gereksiz olduğunu öğrendim lise 1'de. Zaten 1 yıl dayandım en fazla, bizimkilere alın beni burdan dedim. Sağ-sol tartışmalarına gelemem, kaldı ki tartışılacaksa da bu okul değil üniversitedir. Ya da ne bileyim, herkes önce bir tartışmasını öğrensin, sonra birşeyler zikretmeye kalkışsınlar.

Lise 2'de psikoloji, felsefe ve sosyoloji'de inanılmaz bir öğrenci olduğumu anladım. Fakat sadece öğrencilikte kaldı. Aynı şekilde geometri dersinde olduğu gibi. Hep sevdim kendilerini ama aramızda bir soğukluk oldu hep, nedense. Üniversiteye kapağı atamayacağımı anlamam da ne tesadüfse lise yıllarına denk gelir.

Bundan sonrasında, Moskova'da yaşamayı, gezmeyi ve sağlam şekilde korunmam gerektiğini öğrendim (okurun bunu her türlü manaya çekme hakkı saklıdır). Gece hayatından okula zaman ayıramayacağımı öğrendim. Rusçayı da çok hızlı ve seri bir şekilde konuşup yazabileceğimi öğrendim bu arada. Fakat, Moskova'da okumak istediğim okulun fiyatının $5K olduğunu duyunca ailem bunun altından kalkamayacağını uygun bir dille bildiriverdi bana. Daha sonra ise Bulgaristan'da okumanın daha da pahalı olabileceğini öğrendim.

İstanbul-Blagoevgrad arası arabayla çok çabuk alınabiliyormuş onu gördüm. Bulgarların anlatıldığı kadar da banal insanlar olmadığını, aralarında çok yakın dostluklar kurabileceğimiz Bulgarlar olduğunu öğrendim. Aynı üniversite yıllarında aldatılmanın derin boşluğunu teşıdım bir süre. Amerika yolları taşlı, dönüşleri jetlag'liymiş onu gördüm. Aşçılık mesleğini öğrendim (line cook), para kazanmayı ve kıçı kırık İngilizce nasıl konuşulur onu öğrendim. Amerikanın bana göre olmadığını ama Cape Cod'u ayrı yere koymam gerektiğini öğrendim.

Bir çocuk sahibi olduğumu öğrenmeme ramak kalmıştı ki rahatlatıcı haber vakitli geldi (oysa ki Moskova'da korunmayı da öğrenmiştik) :D

Üniversite yıllarının sona ermesinin, 4 yıl boyunca birlikte yaşadığın, yediğin, içtiğin, kustuğun insanların sağa sola dağılmasının ne kadar acı verici olduğunu öğrendiğimde artık Sofya'yı tanımaya başlamıştım zaten. Yıllar içerisinde de Filibe'nin ne kadar eşsiz bir yer olduğunu öğrenmem kendi kendime Sofya'da ne işim var sorusunu doğrultmama sebep olmuştu.

Burada da Internet'i derinlemesine öğrenmeye başladım. Hala da bu "engin" bilginin peşindeyim.
Yakında bateri öğrenmeye başlarsam kimse şaşırmasın.

Bir de sLn ve A.Nur'un hayattan öğrendiklerini dinleyelim... :)

favit'te oku

26 Mart 2009 Perşembe

Non- comprehensive absürdite

Bulgar blogosferinde gezinirkene, sert iniş yaptığım blogların bir tanesinde aşağıdaki Fransız yapımı animasyona kaydı gözlerim.

Öylesine soyut ve de derin bir çizgiyle karşılaştım ki, ne anlam ifade ettiğini bile anlayamadan çok beğendim. Bir de anlasam ne olurmuş bilmiyorum.



http://www.youtube.com/watch?v=IL1J-YPsDdk

Bir 2. Dünya Savaşı eleştirisi var da gerisini çözemedim.

Çözenler çözemeyenlere anlatsın! :) favit'te oku

25 Mart 2009 Çarşamba

Rusça altyazılı nostalji

Müzik zevkine pek güvenmediğim bir kız arkadaşım skype'tan sorgusuz sualsiz gönderdi bu parçayı. Öfff, yine boktan rap/hip hop örnekleri dedim içimden.

Blue Foundation adında daha önce hiçbir yerde duymadığım bir grup. Kadın vokal! Gayet riskli.

Fakat daha ilk dinlemede beni etkileyen bir melodisi, sayko öğeleri ve melankolik havasıyla kaliteli pop havası beni içine çekti.

Klibini buldum tüpte. Buram buram nostalji kokusu ve durağan bir enerji hissiyatı hemen aktarıldı bana sanki. Zaten meloman bir kişiliğim, hele de melodik müzik akıllıca aranje edilip de uygun dozajda servis edildiğinde yeme de yanında yat.

Klibi, Rusya'nın Ural dağlarının eteğine konuşlandırılmış Chelyabinsk şehrinde çekilmiş. Chelyabinsk, sosyalizm zamanının en sağlam üretim merkezlerinden biriymiş. Zaten görüntülerden anlaşılacağı üzere her taraf endüstriyel peyzajlarla suni bir şekilde donatılmış.

Çok keyifli. Buğulu, ne tamamen karanlığa gömülmüş ne de aydınlığa izin verilmiş bir ruh hali ve bu ruh halinin kasaba sakinlerinden yansıyıp güzel Kirstine Stubbe Teglbjærg'in sesinden notalara yansımasını hissettim.



http://www.youtube.com/watch?v=iBhH1x543tM# favit'te oku

23 Mart 2009 Pazartesi

When I grow up, there will be a day, when everybody has to do what I say!

16-17'li yaşlarda neyin ne olduğunu bilmediğim dönemlerde İsveç rap/metali diye bir tür olduğunu öğrenmiştim. Öğrenme dediğim de birisi kıçından uydurmacayla böyle bir tür yaratmış aklınca, Clawfinger'ın yaptığına da rap/metal deyip senin benim hayal gücümüzü basite indirgemiş.

Herhangi bir müzik türünü kategorilerde tutmak fena fikir değildir. Ancak, onu tamamen o kategoriye ait gösterip de diğer kapıları kapatmak pahasına değil. Daha çok etiketlemek gibi olmalı bence. Misal, groove içerir, hafiften bir hiphop havası sezinliyorum, yer yer thrash'e kaymışlar gibi yorumlar bence okuyanı ve duyanı çok daha özgür kılacaktır. Neyse, yeter bu kadar felsefe.

Clawfinger'da endüstriyellik vardır, metal vardır, nadir de olsa hardcore metal öğelerine de rastlanır bazı şarkılarda.



Sound olarak Use Your Brain albümlerini çok beğenirim. Gitar soundunun sanki defalarca makineden geçirilip, sadece iki kere rafineyle yetinilmemesi, beni çok cezbetmişti ilk dinlediğimde. Dahiyane bir albüm ya da tür olmasa bile en azından Clawfinger'ın söyleyecek birşeylerinin olması bile önemli. Metal parti eğlenceleri için de biçilmiş kaftan. favit'te oku

Türkler orta Asia'dan mı gelmişlerdir?


Asia'nın Sofya'ya geleceğini sağa sola asılan posterlerden anlamıştım haftalar öncesinden. Fakat, Asia da neyin nesiydi veya kimin umrundaydı. Benim değildi, hala da pek sayılmaz. Ancak, kayda değer bulmadığımı da söyleyemem.

Dbugg'ın üstelemesiyle konsere gitmeye karar verdim. O kadar isteksizmişim ki, son ana kadar unutmuştum konseri :D sorumsuzluk da denebilir, unutkanlık da. Ama bence doğrudan Asia ile alakalı bir durumdu. Herneyse, Dbugg'la buluşulur, maşallah cümbür cemaat annesi babası da eski rockçılardan olduğundan onlar da orada bulunurlar. Aynı kadro daha önce de Mark Knopfler konserine beraberce gitmiştik.

Konser mekanımız, Bulgaristan'ın medarı iftiharı, NDK (Natsionalen Dvorets na Kulturata), yani Türkçe mealiyle, Ulusal Kültür Sarayı denen fuar, gösteri, konser, piyasa ve daha birçok şeyin mekanı.

Mekanla ilgili bir sıkıntı yok, hatta akustiği fena olmayan dev bir mekandır. Asia'ya önlerden yer kalmadığı için Dbugg sağolsun balkondan yer almış bize. Bu da ok. Fakat koltukları bir gördüm ki kıçımın oturası gelmedi 10 dakika kadar bir süre. Koltuklar rahat fakat 185 cm boyunda birinin bacaklarını sığdırabileceği mesafeyi mekanı yapanlar düşünememişler. Bulgarlar da kısa bir millet sayılmaz esasında ama git de anla işte. Neyse eciş bücüş oturduktan sonra baktık hafiften Asia hafiften teşrif ediyor sahneye doğru.

Heyecan yok bende, nötrüm. Vasat bir giriş ve 50'li yaşlarına gelmiş heyecanlı bir güruh... Ben mi çok önyargılıyım yoksa progresif rock'tan hiç anlamıyorum veyahut anlamak istemiyorum. Eskiden çok az da olsa Yes dinlemişliğim vardır. ELO da dinlerim arada bir fakat Asia'yı hiç dinlememiştim. 1, 2, 3 derken baktım parça aralarına sıkışan gayet kaliteli öğeler ortaya çıkıyor. Ben de ne yaptım, şarkıları kendimce böldüm, vokali duymazmış yaptım kendimi ve daha çok davullara odaklandım. Kaldı ki Asia'nın davulcusu on numara bir amca. Kendi kendime yazık dedim, böylesine vasat şarkılarla adamın yeteneğini çürütmüşler :)) Şaka bir yana, Asia'nın müzikalitesinde bir sorun yok, amcaların hepsi gerçekten çok iyi müzisyen. Ben davulları en fazla beğensem de klavyeden bas gitara kadar hepsi yerindeydi.



Ancak, Asia'yı adam akıllı oturup dinlemem için herhalde en 15 senenin daha geçmesi gerekecek.
Hafiften caza doğru kayabilirim ama hala hardcore, punk, ska gibi türlerde kafa salladığım gerçeğini gözardı edip rock ritimlerine ellerimi şaplatarak eşlik edemem. Çok lame geliyor bu bana.

Progresif rock da severim aslında ama herneyse işte. Benim için ortalamanın hafifçe altına kaçan bir konser deneyimiydi. Davul dinletisini saymazsak tabi :) Bu Wildest Dreams de fena olmayan parçalardan. Asia beğeneni varsa bu satırları okuyanlar arasında lütfen bana neyi nerede kaçırdığımı izah etsin.

Güzel bir hafta dileğiyle! favit'te oku

20 Mart 2009 Cuma

Troll'ümü sever misin?!

Sevdiğim yörelerden bir topluluk daha.

Folk metal'i gereğince yerine getirdiğine inandığım Finntroll. Üstüne üstlük İngilizce söylemek gibi bir dertleri yok. İsveççe de gayet hoş ve keyifli geliyor kulağa.

Troll hikayeleri, trollerin ne kadar üstün olduklarını, öyle anlatıldığı gibi salak yaratıklar olmadıklarını düşünen insan evlatları için yapılan dinletiler...

Tolkien'in anlatılarına da sık sık rastlayabileceğiniz bir grup..

Black metal esintileri de cabası \m/

favit'te oku

Canavarız, gizlemiyoruz

Behemoth, Amerika ellerinde kendini şana şöhrete ve konserlere kaptırmış olsa da sanırım geldikleri yeri unutmuş değiller.

Soundlarındaki Amerikanlaşmaya karşın, söyleyeceklerini nota ve sözlerle dile getirmekten çekinmiyorlar. Antichrist ise antichrist'ız abi biz diyorlar. Ne kadar olumlu veya olumsuzdur bilemem. Fakat, Behemoth için daha önceden sarfettiğim başkaldırı övgüleri halen geçerlidir.



Behemoth'un Polonyalı oluşu onları beğenmemde olumlu bir önyargı oluşturmuş mudur, büyük ihtimalle evet!

Fakat, emek ve fikir tüketerek ortaya çıkardıkları yapıtlar da son derece yerinde malzemeler... favit'te oku

18 Mart 2009 Çarşamba

Dağıtiiim lan burayı, heh?!

Uzun süredir bloguma yerleştirmek istediğim muhteşem bir Christian Bale küfür derlemesi.

Fakat, aradan belli bir sürenin geçmesini bekledim. Herkes bir unutsun, tekrar özlesin falan..

Bildiğiniz üzere Christian Bale, yeni Terminatör'ün setinde ışıkçıya kızmış bu da çok büyük bir olay haline gelmişti.

Uzun uzadıya dinledik Bale'in içini dökmesini.

Aradan fazla zaman geçmeden de hemen remix'i yapıldı.

Ben eğlenerek ve gülerek dinliyorum.

Bale'i sevmeye devam tabi canım. Adam böyle parladı diye hemen küstük değil ya.

Çocuk muyuz biz, aaaa!?

favit'te oku

Erotomania

Dün akşam, benden de daha ateşli bir müzik hastası olan Dbugg'a gittim. Evinde yoktu. Aradım, cebi de kapalıydı. Baktım, garajdaydı. Arabanın ses sistemiyle meşguldu.

Bilirsiniz, yeni car audio, yeni kolonlar falan filan. Zaten araba sevdalısı erkek milleti için arabayla vakit geçirmek güzel bir eğlence sebebi ve faydalısıdır.

O bir taraftan uğraşırken diğer yandan da biralarımızı tokuşturduk. Tam garaja sohbeti oldu açıkçası. Sıra soundcheck'e gelince de garaj ışıklarını kapatıp kendimizi arabanın teybin loş ışıklarını izlerken ve de Dream Theater dinlerken bulduk.

Evet biliyorum, çok gay'imsi bir sahne. Ama hemen söyleyeyim, öpüşmedik :D

Dream Theater'ın bundan birkaç sene önceki İstanbul konserine de beraber gitmiştik. Var bir DT sevdamız. Kanıtlanmış durumda artık.

Soundcheck'te DT dinlemeyi unuttuğum aklıma geldi.

Ve hemen Awake albümünden esntrümantal Erotomania'sının canlı kaydını ğaylaşmak istedim.

Bu konserin DVD kaydı vardı bir ara. Özellikle bu parçayı açar, 4-5 defa dinlemeden rahat edemezdim. Hala harika ve hala güçlü. Ne de olsa, bu albüm Kevin Moore gruptan ayrılmadan önce kaydedilmişti.



Her ne kadar son zamanlarda ortaya çıkardıkları eserler pek ilgimi çekmese de bu yaz Kaliakra Rock Fest'in organizasyonunda headliner olarak yer alan DM konserine gitmeyi planlıyorum.

Umarım, İstanbul'daki konserden daha heyecanlı geçer... favit'te oku

17 Mart 2009 Salı

Savaş Bulanık Görenlerin İşidir

Brit tarzına hafiften göz atmak amacıyla 1-2 örnek dinlemek istemiştim zamanında.

Blur'ü zaten biliyordum. Gıcık, laubali ve safi eğlenceye yönelik bir topluluk gibi gelirdi hep bana.

Daha sonradan 13 adlı albümleri geçti elime, sanırsam Moskova'daki CD alışverişlerinden kalma bir albümdü. Coffee&TV ve Tender gibi hitler içeren bir albümdü.

Fakat aralarında bana en yakın geleni Battle'dı tabi ki. Ne de olsa bir çatışma, münakaşa var işin içinde. Şarkının atmosferi de bir yandan öyle, hem rahatlatıcı hem rahatsız, bir taraftan endüstriyel seslerle bezeli bir kargaşa ortamı, falan filandır derken ben bunun hastası olmuştum.

Videosunu yeni gördüm. Kim çekmiş bilemiyorum, belki de Blur kendileri oturup yapmış da olabilirler.

Farketmez. Cuk oturmuş. Tam benim zevkime göre.

Savaş gemileri, kalkan ve düşen uçaklar, orijinal savaş görüntüleri...

favit'te oku

14 Mart 2009 Cumartesi

It's cold out but her popsicle melts

Klipte güzeller güzeli, seksiler seksisi yetenekli Shirley Manson'ın da dahil edildiği enfes bir She Wants Revenge parçası.

These Things.

Şurada uzun uzadıya anlatmışım SWR'i. İster okuyun ister parçayı sözleri ve müziğiyle özümsemeye çalışın :)



Parçanın sözlerine de buradan bir giriş veyahut çıkış yapabilirsiniz. favit'te oku

13 Mart 2009 Cuma

Kim kiminle virtüel olarak nerede ister?!?!


Bu aralar bir mimlemedir gidiyor. Gerçi şu ana kadar bir tane sLn'den, bir esther'den, bir de dün fenasi'den gelmiş. Toplamda 3 tane yani, şikayet etmeyeyim...

İlk iki mim eğlenceli ve zorluk derecesi pek de yükseltilmiş cinsten değildi açıkçası. Fakat bu seferki, her türlü kalıbı yerinden söken, insanın hücrelerinde ahlaka dair zerre kadar iz bırakmayan cinsten :D hele ki benim gibi muhafazakar(!) bir adama böyle bir mim...

Efendim, fenasi demiş ki bloglar aleminde kim kimi rüyasında görüp hayalini kuruyormuş falan. Daha doğrusu kim hangi blogcuyla yatmak ister mimi...

Hemen belirteyim, burada adı geçen ve geçecek olan karakterlerin gerçek hayattakilerle hiçbir ilgisi yoktur. Doğabilecek benzerlikler, tesadüf olarak algılansın. Öyle!

Şimdi, okuduğum blogcu ablalar arasında bir tane esther var. Ki, o esther yer yer hırçın zaman zaman sevecen, hafif asi hafif evcimen gibi. Yani sanki hem taşınabilir bir hatun, hem de yeri geldiğinde sinirlerini yerinden sağlamca oynatabilecek bir potansiyele sahip biri gibi...
Ama zaten bu da işin tatlı yanı. Gül gibi geçinip anlaşabileceğin biriyle olan cinsel deneyim bir süre sonra rölantiye bağlayıp çok kolay sıkılabiliyor insan. Daha da kötüsü, o insana bağlandığında rölantide olduğunu da farkedemiyorsun bazen. Kendine tokat falan atman gerekiyor, kafan basarsa buna tabi, uyanıp ayılabilmen için.

Bana sorsalar esther derim. İlginç bir insan, yazıları da öyle. Keyifle takip ediliyor. Bu da bir hard-on vermiyor değil insana :D böyle de olayı basitleştiririm işte. Değişik de bir yüz açıkçası.
Overall, ilgimi çeken bir hatun.

İşin mim kısmı fictional düzeyde tabi ki, yani esther'in abileri dayıları üzerime yürümeye kalkmasın, bulgar'da da olsam bulmasınlar beni :-P

Bir de şarkı vererek bu mimin adını koyalım. Bir ABBA cover'ı gelsin Erasure'dan.

favit'te oku

12 Mart 2009 Perşembe

It's always funny until someone gets hurt and then it's just hilarious

Faith No More'a bağımın güçlendiği ve Mike Patton'a olan hayranlığımın katbekat arttığı albüm King For A Day, Fool For A Lifetime'dan Ricochet.

Karmaşık ve yaratıcı sözleriyle ve inişli çıkışlı müziğiyle enfes bir dinleti.

Sakinlik uyandıran bir havası varmış gibi görünse de, beni çok rahat gaza getirip pogo yaptırabilir. Artık kafa da sallayamıyorum, beyin hücrelerimin öldüğünü hissedebiliyorum artık :D

favit'te oku

Kulak Pası ve Cila

Bir Black Sabbath cover'ı..

Pantera'dan!

Favori albümüm Far Beyond Driven'dan Planet Caravan.



Albümü baştan sona (son parça hariç, ki zaten son parça da Planet Caravan) dinlediğinizde sertlikten, kabalıktan ve ayyaşlıktan geçilmeyen parçalar dizilimi görülür. Ve Planet Caravan, kulağın pası alındıktan sonra cila niyetine kapanışta sunulur.

Pantera'yı az buz dinleyip de bu zamana kadar özümseyememiş meraklılar varsa bir de bu açıdan bir kulak vermeyi denesinler. favit'te oku

How Low You Can Go?

Özlediğim thrash nağmeleri olduğunu anladım biraz önce.

Drum and bass, black metal, gotikti derken nereden geldiğimi unutuyormuşum meğersem :D

14-15 yaşlarındayken, İstanbul'da bile metelikadan başka grup tişörtleri bulamazdık.

Bakırköy'de kırtasiyenin birtanesi tişörtlere kısıtlı sayıda baskı yapıyordu. Hemen gittim, Iron Maiden, Manowar ve Testament tişörtleri bastırdım.

Özellikle de Testament tişörtünü gururla taşıyordum. Nadir bulunan cinstendi, konser albümü The Apocalyptic City albüm kapağının kanlı, gore'lu resmi vardı önümde gurur duyulmaz mı :)))

Low albümünü de beğenmiştim daha sonraları.

Albümle aynı ismi taşıyan Low parçasıyla Testament huzurlarınızda.

favit'te oku

10 Mart 2009 Salı

Depeş Moğdundayım..!

Depeche Mode Tour The Universe 2009 turnesinin İstanbul ayağına katılmak isteyenlerden biri olduğumdan şimdiden manen kendimi hazırlamaya başladım bile.

Sabırsızlanıyorum açıkçası DM'yi canlı izleyebillmek için.

Sevgili dostum Erhan sayesinde depeş derinliğine dahil edebilmiştim kendimi vakti evvelinde. Violator albümünü çok sevmiştim, hatta aşık bile olmuştum.

Daha sonrasında Music For the Masses, Black Celebration derken gerçek bir depeş manyağı oluvermiştim zaten.

Songs of Faith and Devotion albümünü zaten bilmeyen pek yoktur.

Turne kapsamında olan Sofya'da da depeşi izleme imkanım tabi ki var. Fakat bilet fiyatları pek bi ucuz geldi burada :))) Sofya ayağının biletleri 40-200 leva arasında değişiyor (1 leva aşağı yukarı liraya tekabül ediyor).

İstanbul'da ise 100-300 TL arasında yanılmıyorsam. Daha pahalısı varken neden ucuza izleyeyim dedim ben de kendi kendime :P

Şaka bir yana, her yerin kendi has bir konser havası vardır ya, İstanbul'unki bambaşka güzel. Sadece onu bir kez daha yaşamak ve DM ile keyfime keyif katmak amacıyla gidiyorum bir aksilik çıkmazsa.

Depeche Mode - Never Let Me Down Again (Live)
Uploaded by goldrausch


Heyecan üst seviyelerde.!!! favit'te oku