22 Mart 2010 Pazartesi

Oradaydım: Beograd'dan bir Ramştayn geçti





Dinlediğim müziği, soluduğum havayı, içtiğim suyu farklı algılamama sebep olan bir grubu, bulunduğum Sofya'ya bu kadar yakın bir yere uğramışlarken kaçırmam büyük ayıp olurdu. Sofya'ya da gelecekler, İstanbul'a da. Yine de onları Belgrad'da, sadece onlara adanmış bir sahnede izlemek bambaşka bir duygu yoğunluğu.

Belgrad'a vardığımız gibi Beograd Arena'ya gidip online biletlerimizi resmileştirip biletlerin aslını aldık, nolur nolmaz diye. Konserin heyecanı, havanın muhteşemliği ve turist merakıyla verdik kendimizi şehri gezmeye. Gezinin bu kısmını daha sonra hayvansalgıda'da anlatacağım.

Rammstein'a support olarak Combichrist adında (anladığım kadarıyla Rammstein'la birlikte baya bir yeri turlamış, milleti ısıtmışlar) bir grup çıktı. Support dediğin grup seks öncesi, sana ateşli bir ön sevişme yaşatacak partnöre benzemeli ancak Combichrist'ı hiçbirşeye benzetemedim. Dahası, oynadı oynadı bıraktı misali, şovdan öteye gitmeyen bir sahne ortaya koydular.

Rammstein çıkmadan ise uğultulu bir intro girdi karanlık salon atmosferine. Hemen intronun Rammlied'e ait olduğunu anladıktan sonra ise ilk sahne şokunu yaşadım. Grup arka dekoru balyozlarla yararak çıktı sahneye. Rammlied'le başlayan şölen, LIFAD'dan birçok parçayla devam etti. Yeni albümden fazlaca çalmaları hiç de şaşırtıcı bir durum değil, aksine beklenecek en normal şey. Çok ufaktan da olsa halay kırıklığına uğradığım durum Führe Mich, Donaukinder ve Halt gibi muhteşem parçalara (son albümden olmalarına rağmen) yer vermemiş olmalarıydı. E, tabi bunlar bonus track ne de olsa.

Bu açık (açık denebilirse tabi) Engel, Feuer Frei! ve Links 234 ile çok güzel de kapatıldı. Herkes çok mutluydu. Bu derece heyecanlı ve coşkulu konser seyircisi görmemiştim açıkçası. Hırvatı, Karadağlısı, Bulgarı, civardaki tüm milletlerden gelebilen herkes gelmiş. Benim üni'den okul arkadaşım Boshko da konsere bilet almıştı, görüştük şehre gelir gelmez. Zaten Belgrad'lı kendisi. Fakat, bilet kıtlığından FanPit'te yer bulabilmişti. Bileti daha sonradan değiştirebilmiş, ground floor'a girmişti ama o cehennemi kalabalıkta bir türlü buluşamadık. İnanılmaz bir şekilde, yerinden kıpırdayamıyorsun, herkes içiçe girmiş, kenetlenmiş halde duruyordu. Sonra öğrendim ki, sahne dumanları, içilen sigara ve kalabalıktan fenalaşıp evine dönmüş Boshko. Bense konser çıkışında bir saat onu arıyorum bekliyorum. Sağlık olsun.

Till Lindemann ve Flake'in sergiledikleri mizansenden tutun, ateş şovuna ve tabi ki Engel'de Till'in kanatlı/ateşli gösterisine kadar herşey muhteşemdi.

Genç olan, kendini genç hisseden, kalbine güvenen her Rammstein dinleyicisine mutlaka gidin izleyin diyebileceğim bir canlı şölendi Belgrad'dan edindiğim izlenimler. Till'in vokali albümlerde çıktığı gibi kesinlikle değildi ancak her gün her gün konser verdiklerini düşünürsek oldukça normal ve konser performansı re-master edilmeden her sesin doğala en yakın haliyle duyduğun yerdir. Konser atmosferinin neye benzediği ile ilgili meraklarını içinde tutamayanlar için düşük kaliteli de olsa etkileyici bir video görseli buyurun hemen aşağıda:



Bendeniz de fanpit'in hemen arkasında ortalardayım. Gören varsa dürtüversin beni :) favit'te oku

20 Mart 2010 Cumartesi

Belgrad yolcusu kalmasın

Sonisphere diye bir music fest var, heryeri bir telaş bir heyecan aldı, farkındayım.

Sonisphere'e Rammstein da geliyor. Fest İstanbul'a da geliyor. Büyük ihtimalle ben Sofya ayağını yakalayacağım. Önümüzdeki hafta biletleri tedarik etmekle uğaşacağım, tükenmediyse tabi.

Bu festival ilan edilmeden aylar önce Rammstein'ın turnelerini yakından takip ederken, takvimde Belgrad'ı gören ben, daha önce Sırbistan'a gitmemişliğin verdiği gazla hemen atladım ve biletleri çok önceden aldım. Konser bugün Belgrad Arena'da saat 20:00'de.

Sabah 7:30'da Vasko evin önünden alacak, Marfi de yoldan bir yerden binip Sırbistan yolcusu kalmasın naraları çekilecek.

Fotolar en erken pazara burada.

Takipte olun (: favit'te oku

16 Mart 2010 Salı

Sanat, sanatın içinde midir yoksa Volk'ta mıdır?


Ve sıra geldi Laibach'a!

Uzun süren bir ısınma, değerlendirme ve özümseme döneminden sonra Laibach'ın Volk'u için iki çift laf edebileceğimi düşünüyorum artık.
Bilmeyenler, dinlemeyenler için söyleyelim. Volk, 14 ülkeyi [kültürü] kapsayan konsept bir albüm. Adından da anlaşılacağı gibi, "halk"ları ele almış Laibach. Kimse albümün mesajında 'hepimiz kardeşiz' safsataları aramasın. Volk'un felsefi yönünün güçlü olmasının yanında müzikalitesi tartışmasız olarak çok yüksek ve dengeli bir güzellikte.

Endüstriyel/elektronik yapıya uygun ana vokaller, melankoli seviyesi çok iyi tutturulmuş arka ve bayan vokallere bir de kusursuz synthesizer riffler eklenince, günlerce (hatta haftalarca) kulağımdan eksik etmediğim bir müzik ziyafetiyle karşılaştım ilk başta. Sonrasında, müziğin kendisinden çok Volk konseptiyle anlatılmak istenenin üstüne eğilme ihtiyacı hissettim. Zaten, albüm bütünlüğünü, asıl özümsemeyi o zaman sağladım kendi içimde.

Aralarında Türkiye'nin adının da geçtiği parçaların arasında dikkat çekici olanları Germania, America, Anglia, Rossiya, Yisra'el ve Slovania. Belki Espana da katılabilir aralarına, zorlarsak eğer. Germania'da Almanya'nın 2.Dünya Savaşı'ndan bu yana taşıdığı eziklik ve geçmişini ne unutmayı başardığından ne de Almanlar'ın kendisini tamir edemediğinden yakınan bir sorgulama var. Do you think you can make it, Deutschland?

America'nın mesajı oldukça açık aslında. Varolan tüm insani değerleri yeni yetme bir toplum(!) nasıl eline alıp, evire çevire insanlığa karşı olumsuz bir araç haline nasıl getirir'in doğrudan soru üstüne soru yergisi kullanılmış. Favorilerimden :)

Anglia'ya ne denir ki. Yanar döner, kendine halen yer bulmaya çalışan holivut özentisi bir kültür desem çok mu ağır kaçar?! Evet, kaçar. Laibach'ın sözleri de birçok farklı teoriye dayanak olabilir aslında. So, you still believe you're ruling the world?

Ruslar'da durum biraz farklı. O ihtişam, büyüklük ve görkem imparatorluğun arkasında Sibirya buzlarından kaynağını alan bir demir soğukluğu var. Çaresizliğin, ümütsiz bakışların o büyük resimde kaybolmasının bir anlamda da acı tablosu gibi. Birlik ve beraberliğin birey bazında aslında çoktan yok [edildiğinin] olduğunun altı kalın bir şekilde çizilmiş. Nakarat kısmı çok tatlı ve dinlenesi.

Beni en çok etkileyen parça ne yalan söyleyeyim, Yisra'el. Bir kere, parçanın söz-müzik harmonisi güçlü etnik bir kimliğe büründürülmüş Laibach tarafından ve bu taviz kabul görmez kimliğin gücünden etkilenmemek çok zor. Yisra'el'de, İngilizce sözlerin arka fonunda İbranice ile süslenip nakaratta da Filistin milli marşıyla karşılaştığınızda "ulan manyak mı bu adamlar" diyesiniz geliyor (bkz. ben dedim). Ancak, kişisel yorum kaldırabilecek yapıda bir manada ortaya çıkarılmış bir eser. Parçanın sonlarına doğru duyulan telsizden İbranice vokal solosuna dikkat derim. Melodisi de bal resmen.

Slovania'da tam olarak anlayamadığım bir Polonya eleştirisi var ki, şahsi yorumum Polonya'nın Katolik yolu seçip diğer Slav toplumlardan ayrılmış olmasıyla çok alakalıdır şeklinde yapabileceğim bir yorum. Buram buram olmasa da evet, hafiften pan-slavist kokular geliyor.

Bize gelince, Türkiye'nin sözleri de diğer birçok parçada olduğu gibi istiklal marşı'ndan alınmış. Hatta, Türkçe geri vokalle de zenginleştirilmiş, "Atatürk, Atatürk,.." vurgusuyla bitirilmiş. Peki ne anlıyoruz bundan? Biz Türkler'in milli kimliği çok belirgin ve güçlüdür. Bu kimliği Atatürk'ün getirdikleriyle daha da güçlendirip demir sağlamlığından ödün vermeden geçmişe dönük olarak hep bir kurtarıcı hayaliyle geçirilmiş bir ömrün, geçmiş kazanımlarla geleceğe bakamayışımızın boşluğunu görüyorum ben. Geçilen yolun çok iyi olması tek başına yeterli bir etken değil, onu anlıyorum. İstikbal'i karşı komşu evin duvarında ya da siyasetçilerin vaatlerinde aramanın doğru olmadığını anlıyorum. Teoride ve pratikte bir milletin afallamasını görüyorum ayrıca. Fazla ileri gitmeden, devamını göremeden herkesin kendi yargısına bırakmak istiyorum.

Sevgiyle! favit'te oku