16 Mart 2010 Salı

Sanat, sanatın içinde midir yoksa Volk'ta mıdır?


Ve sıra geldi Laibach'a!

Uzun süren bir ısınma, değerlendirme ve özümseme döneminden sonra Laibach'ın Volk'u için iki çift laf edebileceğimi düşünüyorum artık.
Bilmeyenler, dinlemeyenler için söyleyelim. Volk, 14 ülkeyi [kültürü] kapsayan konsept bir albüm. Adından da anlaşılacağı gibi, "halk"ları ele almış Laibach. Kimse albümün mesajında 'hepimiz kardeşiz' safsataları aramasın. Volk'un felsefi yönünün güçlü olmasının yanında müzikalitesi tartışmasız olarak çok yüksek ve dengeli bir güzellikte.

Endüstriyel/elektronik yapıya uygun ana vokaller, melankoli seviyesi çok iyi tutturulmuş arka ve bayan vokallere bir de kusursuz synthesizer riffler eklenince, günlerce (hatta haftalarca) kulağımdan eksik etmediğim bir müzik ziyafetiyle karşılaştım ilk başta. Sonrasında, müziğin kendisinden çok Volk konseptiyle anlatılmak istenenin üstüne eğilme ihtiyacı hissettim. Zaten, albüm bütünlüğünü, asıl özümsemeyi o zaman sağladım kendi içimde.

Aralarında Türkiye'nin adının da geçtiği parçaların arasında dikkat çekici olanları Germania, America, Anglia, Rossiya, Yisra'el ve Slovania. Belki Espana da katılabilir aralarına, zorlarsak eğer. Germania'da Almanya'nın 2.Dünya Savaşı'ndan bu yana taşıdığı eziklik ve geçmişini ne unutmayı başardığından ne de Almanlar'ın kendisini tamir edemediğinden yakınan bir sorgulama var. Do you think you can make it, Deutschland?

America'nın mesajı oldukça açık aslında. Varolan tüm insani değerleri yeni yetme bir toplum(!) nasıl eline alıp, evire çevire insanlığa karşı olumsuz bir araç haline nasıl getirir'in doğrudan soru üstüne soru yergisi kullanılmış. Favorilerimden :)

Anglia'ya ne denir ki. Yanar döner, kendine halen yer bulmaya çalışan holivut özentisi bir kültür desem çok mu ağır kaçar?! Evet, kaçar. Laibach'ın sözleri de birçok farklı teoriye dayanak olabilir aslında. So, you still believe you're ruling the world?

Ruslar'da durum biraz farklı. O ihtişam, büyüklük ve görkem imparatorluğun arkasında Sibirya buzlarından kaynağını alan bir demir soğukluğu var. Çaresizliğin, ümütsiz bakışların o büyük resimde kaybolmasının bir anlamda da acı tablosu gibi. Birlik ve beraberliğin birey bazında aslında çoktan yok [edildiğinin] olduğunun altı kalın bir şekilde çizilmiş. Nakarat kısmı çok tatlı ve dinlenesi.

Beni en çok etkileyen parça ne yalan söyleyeyim, Yisra'el. Bir kere, parçanın söz-müzik harmonisi güçlü etnik bir kimliğe büründürülmüş Laibach tarafından ve bu taviz kabul görmez kimliğin gücünden etkilenmemek çok zor. Yisra'el'de, İngilizce sözlerin arka fonunda İbranice ile süslenip nakaratta da Filistin milli marşıyla karşılaştığınızda "ulan manyak mı bu adamlar" diyesiniz geliyor (bkz. ben dedim). Ancak, kişisel yorum kaldırabilecek yapıda bir manada ortaya çıkarılmış bir eser. Parçanın sonlarına doğru duyulan telsizden İbranice vokal solosuna dikkat derim. Melodisi de bal resmen.

Slovania'da tam olarak anlayamadığım bir Polonya eleştirisi var ki, şahsi yorumum Polonya'nın Katolik yolu seçip diğer Slav toplumlardan ayrılmış olmasıyla çok alakalıdır şeklinde yapabileceğim bir yorum. Buram buram olmasa da evet, hafiften pan-slavist kokular geliyor.

Bize gelince, Türkiye'nin sözleri de diğer birçok parçada olduğu gibi istiklal marşı'ndan alınmış. Hatta, Türkçe geri vokalle de zenginleştirilmiş, "Atatürk, Atatürk,.." vurgusuyla bitirilmiş. Peki ne anlıyoruz bundan? Biz Türkler'in milli kimliği çok belirgin ve güçlüdür. Bu kimliği Atatürk'ün getirdikleriyle daha da güçlendirip demir sağlamlığından ödün vermeden geçmişe dönük olarak hep bir kurtarıcı hayaliyle geçirilmiş bir ömrün, geçmiş kazanımlarla geleceğe bakamayışımızın boşluğunu görüyorum ben. Geçilen yolun çok iyi olması tek başına yeterli bir etken değil, onu anlıyorum. İstikbal'i karşı komşu evin duvarında ya da siyasetçilerin vaatlerinde aramanın doğru olmadığını anlıyorum. Teoride ve pratikte bir milletin afallamasını görüyorum ayrıca. Fazla ileri gitmeden, devamını göremeden herkesin kendi yargısına bırakmak istiyorum.

Sevgiyle! favit'te oku

Hiç yorum yok: